25 Temmuz 2009 Cumartesi

Islak Nohut... 25.7.2009

 
Çok aradıysam da sansürlenmiş şarkılarda bulamadım. Dinleyeceğiniz türkü uydu mu bilmem. Uysa da uymasa da 

Sanırım bugünlerde fena hale taktım kafayı tütün meselesine. Beklentilerim vardı, ukalalıkların artacağına dair. Ama durum onu gösteriyor ki, insanlar çarkın dişlilerinin arasına kendilerini kaptırmak için bir bahane ararmış meğer, boş bakkalın taş tartması hesabı. Web sitelerinde bedava yanıp sönen “oh bıraktım kurtuldum” kampanyalarıyla karşılaştıkça delikanlılığımdaki “kestim kurtuldum” fıkrasını çağrıştırdı. Yumuşak karnın ilk okşanışta ruhunu bu kadar teslim edebileceğini tahmin edememişim, yanılmışım. Bilgiç olmasam da öngörülerime güvenirdim. Hala kendime güvensem de çevrem üzerindeki öngörülerimde yanılmışım ve düştüğü bu tedbirsizlikten ötürü özür diledim kendimden. Haa, bir de nohutçular ve kömürcüler için düşündüklerimi aklıma getirip haksızlık ettiğimde kendimle hem fikir oldum.

“Dün Mustafa Kemal’i düşündüm...” diyen dumansızların artık yanında olmayacağımın farkındayım ve kalıbımı basarım rahmetli yaşasaydı, ona da aynı takiye yapılacatı, İsmet Paşa’ya da Bülent Eevit’e de. Ama Deniz Baykal’ın bir tiryaki olmaması, Sosyal Demokratların duman olmuş durumlarından fırt çekerek nasiplenmesindendir. Ya da Süleyman Demirel ya da Devlet Bahçeli ya da IV.Murat RTE, AG. Eminim ki, istenen Mustafa Kemal Atatürk’ü karalamaktı. Bu da başarıldı. Yaptıklarını aşağılanmak istendi bizzat takunyalılar tarafından, ama ifşa olduklarından ricat borusu çaldırdılar. Bu kez “Koçum Mustafa”cıları sürdüler piyasaya, aşkları diye başlayıp olmayan belgeleri varmışcasına utanmadan yayınladılar. Buna özenen savcılar boş durur mu ? Baktılar ki yem tuttu, “biz niye denemeyelim ?” diye okunamayacak uzunluktaki dosyalarla saldırdılar. Şimdi de okumayanı nohutla, okuyanı da tütünsüzlük ya da “aman ha yoksa ölürsünüz” diye ıslak nohutlarla güdüyorlar.

Mitinglerde hiç Ulu Önder’in Kocatepe’deki eli sigaralı olanına rastlayanınız var mı ? Ya da rastlayanlar da “daha başka resmi yok muydu ?” diye tepki veriyor mu ? Yukarıda gördüğünüz resmi yayınlamak yasak. Yeni çıkan yasanın dip maddesinde; “... toplumda meşhur ya da tanınmış kimselerin sigara ile görüntülenmesi,... yasaktır”diyor, yeni tip nohutçuların gözardı sessizliklerinin inadına, kalın harflerle. Gözümün ıslatılmış nohutçuları. Endişemi iki buçuk sene evvel yazmıştım. Niye bu resim ? Zira; bu resim Asker’in göğsündedir. Anlayana “Vehbi’nin kerrakesi”, anlamayana “neden sigara içmiyorsunuz?” demek aklından geçmeyen birini “neden içtin ?” diye yargılamak... hem de kimi... bu ne tesadüf ?

Sözün özü; kendi çevremi A K P ‘nin olanca yükseliş hızında kaybediyorum. Bence iyi de oluyor. Yıllarca; “İkinin biri ben isem, ikincisi her halde refikamdır” diye boşu boşuna günahını almışım. Aslında çevremde olduklarını bilsem de isimlerini bilmezdim. İyi oldu, bu vesileyle tek tek fişliyorum, yarın bir “işte, içen buydu” gammazıyla kim vurduya gidersem nasılsa Emniyet binalarında Kanser olacağımdan ölürüm. İşte o zaman gelebilecek kalabalığın ¾ ü yalan yere “benden razı olacak”, “günahlarımın affedilmesi” için Tanrım’dan ricacı olacaklar. Temennim; Fethullah’ın cüppesinin altında mutlu olun, e mi ?

Ellerdeki mavzerlere kurşun verilmiş ve rasgele ateş ettiklerini görerek yoğurdu üfleyeceğim. Tütün kullanmadıklarını bildiğim cemaatlerden uzak durarak küstah salvolarının hedefinde kendimi meze ettirmeyeceğim, (o da yasaklanana kadar) içmeye gitmeyeceğim, zorunlu da olsa yemeklere, tütünsüz mutlu günlerindeki davetlerine katılmayacağım.

Bu nedenle, dere geçerken değiştirdiğim bu kırık dökük Güncenin “yeni yazı” çağrılarını da ancak tütün kullandığını bildiğim yoldaşlara ileteceğim. Zira, alkol yasağı geldiğinde de kalanın yarısı gider, biz de türküdeki kalan “üç beş kişi” olarak muhabbet yoluna düzülürüz. Geçenlerde bir dostum “Niye yazmadığım” konusunda telefon açtı. Ağzıma kadar geldi, yuttum; neyi paylaşacağım ya da neyi kimle paylaşacağıma dair.

Sözün özü; Yaşamak, benim için keyf. Hayatta olmakla Yaşamanın aynı kuşu sevmek anlamına gelmediğini şükürler olsun ayırdındayım. Tekrar düşünecekler için Nazım Ustanın “yaşamak” adlı şiiri tavsiye olunur... “yaşadım diyebilmen için... yaşadım diyebilmen için...” ya da,

Bugün Pazar” şiiri 1938’de Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde yazılmış. O günlerde Nâzım Hikmet’in cebinde olan küçük bir not defterinde bu şiirin ilk çalışmaları var, şairin el yazısıyla :

Bugün ilk defa güneşe çıkardılar beni.
Ve ben ömrümde ilk defa güneşin benden bu kadar uzak
gökyüzünün bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum.
Dayadım sırtımı beyaz duvara.
Birdenbire tuhaf bir hatıra :
deniz.
Ve işin en aşağılık tarafı şu ki yavrum
galiba yalnızlığa alışıyorum.
Artık
bana kâfi geliyor zaman zaman
yerimden kımıldanmadan
bir (okunamadı)
bir de bir kutu kibrit, bir paket cıgara
sonra bir de bıyıklarımı çiğneyerek
düşmek dalgalara.

ya da Sait Faik’in “Mahalle Kahvesi” adlı kitabının önsözünde yazanlar;

“Sevgilim! (…) Cıgara içmekten vazgeçilebilir mi? Hikâye yazmaktan da, körolası, vazgeçemiyoruz. İşte bir müddettir ben de, elimde cıgara, adam arıyor gibiyim. Ne kadar üstü başı düzgünler, suratı ciddiler, hali azametliler içinde kalmışım ki bir türlü hikâyeme yanaşamıyorum”

Ricam o ki; bu ve bunun gibi insanları nefesinizin temizliğiyle kirletmeyin.

Sevgilerimle...

ahb


not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşabilir, YAHOO360 ARSIVI bölümünden yayınlanmış eski günceleri okuyabilirsiniz.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Bahaneye Katlanmak 14 Temmuz 2009




Geçen 2008 yılının Mayıs ayında yazdığım iki yazının taptaze durduğunu görünce gözümün nuruna kıyamadım ve yeni Güncemde yeniden paylaşmak istedim. Yazılanlar, aslında paylaşılacak cinsten değil ya da herkesle paylaşılacak gibi değil. Zira; mazeretliler dışında paylaşacağımı da sanmıyorum. Bu nedenle; konu hakında bana katılmayanlar boşuna tıklayıp ne zamanlarını boşa harcasınlar ne de okuyucu sayısına katkıda bulunsunlar.

Bugüne kadar en avam ortamlarda bile kimse tarafından; "Ot musun birader; rakıyı, kahveyi çayı tütünsüz içiyorsun..." türünden aşağılanarak doğrudan söylendiğine kulaklarım tanıklık etmemiş olsa da, kendi yaptıklarının matahlığı karşısında secdeye gelmemi bekleyenlerle yollarımı gözle görülür biçimde açacağım kuşkusuz. Hatta, Dostum M.Emin Bora'nın o çok sevdiğim deyişiyle; "hiç görüşmesek ?" Görünen köy o ki; saygı sınırlarını aşanlara korkarım aynı samimiyeti kullanarak yükleneceğim. Tütünün konusu çenesine vurmuşları dinledikçe, bana "dinini özgürce yaşayamadıklarını" öne sürenlerin yavuz hırsızlıklarını çağrıştırıyor.
Kanserden ölme korkusu çeken "45 yaş ölüm korkusu"na bulaşmışlar için yapabileceğim bir eylem arasam da nafile. Dünya'da Kanser sıradanlaşmış. Önce Gribi atlatalım diyorum, hani kuşlusu, domuzlusu, zenci Kongolusunu. Alzeihmer kapıda bekliyor (her ne kadar tütün içenler arasında daha ileri yaşlarda yakalanıyor dense de). Kalp krizi geçirenlerin büyük bölümünün ileri yaşlarda sağlık için spor adı altında koşu yollarında gerçekleştiği saptanmış... bir de Viagra kullanıcıları arasında aşırı doz kullanımıyla. Bir tiryakinin nikotini yalnızca patlıcandan alma kararının, insan bedenindeki yarattığı tahribat 10 seneye karşılık geliyormuş. Buna karşılık içmeyenlerin ömründe en fazla 5 yıllık bir uzama yaratıyormuş. Bakkal hesabı iyi düşünmeli. Örneğin ben bunu düşünerek içmeyi sürdürmüyorum. Zira; ne dostlarım eskidiği için ne refikam yaşlandığı için ne de rakının son dublesindeki helvadan bıktığım için değiştirmeyi düşümedim ki, bu yaşta döneklik yapayım. Ben onu biliyorum, o da beni.

Kimine göre ölüm "Allah'ın emri",
kimine göre de
"Neylersin ölüm herkesin başında,
uyudun uyanmadın olacak
kimbilir nerede, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında" (C.S.Tarancı-35 yaş)

Kısaca; ölmek için bir bahane gerek. Tıp, "Kanser ya da en ölümcül hastalıkların çaresi bulunsa bile yenilerinin çıkacağı" konusunda hem fikir.

Sözün özü o ki; Bir Musatafa Kemal, bir Nazım Hikmet olunmayacaksa uzun yaşamak için bu çırpınış niye ?
Onlar, tütünün yakıştıklarıydı. Onlar içerlerdi, içmeyenleri de ceberrut yasalara mahkum etmezlerdi.

Bu yıl aşağıda sözü edilen bahçemi tadilata soktum. Zira; ağzının yaylarını iktidarın gücüne dayayarak "söz söyleme sanatına katkı sağlayanlar ciklet çiğneseler" diyerek bu mekanda açık havada dumanın sarhoşluğunu, Humeyni'nin karaçarşaf zülmüne çeviremeyecekler her hangi bir zaman diliminde konuğumdur. Bir dostumla paylaşırken adı da kendiliğinden yerini buldu bile; "fesleğen". Nasılsa, dumansız nezih havayı solumanın o benim anlayamadığım keyfini sürdürenler, pide sarılmış kebaplarından tüm yüzlerini ateş bastıran, dilin artık yerinden dahi oynatamadığı kalın lokmaları meyle yutma çabalarını özgürce kullanabilecekler. Ne denebilir ki; "Afiyet olsun".

Alkol için kaygılarımı geçen yıl tütün yasağının sonuna eklemiştim. Ve nihayet son yaşananlar karşısında da diyorum ki; "Onun da akıbeti tütündür. ..yani; bu iş de bitmiştir".

Bir kesim şimdilerde denizden çıkana "sıhhatler olsun" diyormuş. Alışmalı, zira sıra onda. Bakmayın kocamış göğüslerini mayosuna tıkıştırmış kim olduğu belirsiz televizyon spikerlerine, yuvarlak köşe yazarı kılıklılara. Merak buyurmayın, onlar sizden önce teşne Haşema giyip, Çarşafa bürünmeye.

Son olarak;
"Ölüm her aklına geldiğinde, ah edip vah edip inleme,
bu halinle Tanrı'yı incitmiş olacaksın.
Ecel kapını çaldığında evi telaşa verme,
O geldiğinde, sen çoktan gitmiş olacaksın."

Sevgilerimle...

ahb



Sarı Öküzün Dumanı 21 Mayıs 2008
Bugünlerde sanal alemde dolaşan bir kıssa var, "Sarı Öküz" başlıgında.
Öküzlerin toplu olarak yaşamalarından doğan güçleri ve fiziksel büyüklükleri, sırtlanların saldırma azimlerini körelttiği için derler ki; "Bizim öküzlere karşı hiçbir husumetimiz yok. Bizim derdimiz aranızdaki şu Sarı öküz var ya onunla."
Bizim kara öküzler de sarı öküzün sarışınlığından ötürü kendilerinden saymazlar ve "Biz de kendi üzerimize alınmıştık. İstediğiniz madem sarı öküz, alın götürün, ne istiyorsanız onu yapın." derler.
Karın tokluğu iki gün sürer. Ardından dalmaçyalıyı, ertesinde ayağı sekiliyi derken sürü yok olup gider.
Uzun yıllardır gözlenen o ki; sigara müslümanlıkta "mekruh" (sağlık için sakıncalı) olduğundan kendi yandaşlarını aynen türbanla gütmesi gibi nikotinsizlikle eğittiler. Yani, fire yok denecek kadar az.
Şimdi önlerinde azimle aşılması gereken bir bent var. Henüz kendilerini kan dökme zamanı kadar da güçlü hissetmediklerinden bir Sarı öküz gerekiyordu muhalefeti küçültme, görüş açısını daraltabilmek için. Sonunda bulundu da; "sigara yasağı". Biraz acele edilerek henüz sarı öküz hazmedilmeden sırayı dalmaçyalıyı gösterme cesaretinde buldular; "İçki kadehle satılmasın". Zira dalmaçyalının ardı ayagı sekili kara çarşaf, kadı vs adıyla islam cumhuriyetinin yolu tam açılacaktı ki, ehli keyfler tiryakilerden uyanık çıkıp mermiyi namlu içinde patlattılar. Ancak silahta atacakları mermiler henüz daha bitmedi, sırada neler geliyor neler.
Görünen o ki; ortada biraz acele var, garip bir telaş, hani "yangından mal kaçırırcasına". Bu arada büyük ikramiye çıkmışcasına Avrupa'da ne kadar da çok akrabamız varmış onu da öğrendik. Elizabeth Hala bile bağrına basmaya kalktı bizi, sanki Hindistanmışızcasına. Turkey, Hindu'yu çağrıştırmış olabilir mi acaba ? İş o raddeye vardı ki; ancak 12 mart, 12 eylül, MC, Refah-Yol hükümetlerinin çıkarabileceği umulan ne kadar yasa teklifi varsa AB, ABD'nin Demokratikleşme adı altında ısrarın ötesine geçmiş dayatmalara şahadet etmeyi azimle sürdürmekte.
Çevrede aniden Amerikalı Hoca'dan teklif alan alana, hani iş alma, iş bulma, krizin çöküntüsü karabasan gibi sardı ya iş dünyasının başını. Anlatanlar öyle ballandırır oldular ki; al sarıl, başımıza bu sarığı saranlara garip bir minnet duygusu yaşa diyor adeta.
Efendiler, Hanımefendiler,
Kimsenin bizim sağlığımızın derdinde olmadığı iyice kavranmalı. Yoksa bir haftada 7000 kişinin hastalığının nedeni üzerine verilen beyanatlar niçin aynı resmi görüşte bir türlü buluşamadı, bir düşünmeli. Kırsalda kolera, tifüs, verem, çiçek gibi gelişmemiş ülke hastalıklarının ülkemizdeki durumu nedir ? İletişim çağında iletişimsizlikten sıfır gözükmesi, Dost Mevlana'nın "İki elinle gözlerini kapadığında Dünya dönmüyor sanma" deyişini hatırlattı. Bu ülke çoook radrasyonlu çayları "bakııın nasıl içiyorum... bişey oldu mu ? Yook..." diyerek kanserden ölen bakanları acıyla yaşamış bir ulusun neslidir. Gelenlerin ise yeni gelmelerinin dışında da bir yenilikleri de yok. Soyadlara bakmak yeterlidir... babasının oğlu ya da kızı...
Memlekette sigara içenden çok karı döven olduğuna göre sağlıksa daha çok sağlık, gelirse daha çok gelir anlamını taşımaz mı ?, tokat başına 62 YTL alınsa, attırandan da 5000 YTL. 62 liklerden umudum yok ama 5000 likler paraya kıyamadığından belki de kendini dövdürtmez. Dövdürtmemesi için söz söylemesi, karşı direnmesi, hakkını araması anlamına geldiğine göre belki de "Bascaan işte ampulün gobeene lan, karı... aanadın de mi sümsük ?" diye aşağılandığında "O günler gerinde kaldı arsslanım" diyerek, hiç olmazsa düşünenler sayısını bir arttırabilir.
Aslında getirilen yasak sigaraya değil, birlikte düşünenleri yol ayrımına getirip saf olanlarından "Eh adamlara bak, sırf sağlık için neler de yapıyor, bizim vapur bacaları da tütünleri elinden alınacak diye muhalefet ediyorlar. İyisi mi ben..." diyerek yandaş toplayabilmek, hiç olmazsa birbirlerine kuşkuyla baktırabilmek değil mi ?
Tütün içme yine Çin'den çıkmış bir alışkanlık. Ve Çinliler Dünya'nın hala en büyük kalabalığına sahip olan ülkesi. Yüzyıllarca savaşlarda o kadar çok kayıp verdiler ki zaar, kanser olmaya vakit bile bulamadılar. Ya da günboyu barış, savaş çubukları tüttüren o Kızılderililer. Ama onların nesli gerçekten tükendi. Daha doğrusu tüketildi. Yani, onlar da kanserden telef olmadı. USA damgalı mermilerdi onları da Bufaloları da kanser eden.
Bütün Dünya'yı saran bu debdebenin asıl nedeni; uluslararası tütün Kartelleri, onların tekelleşmesi, büyük güç oluşturmaları, diğer büyük güç olan silah sanayi ile kapışmaları. Şimdilik savaşın bu raundunu tüfekçiler almış gözüküyorsa da yarın ne olur bilinmez. Belli mi olur, sigara yerine silah kullanmak yasaklanır belki de bir gün. Trafik canavarının lastiğinin altında salça olmazsa, selde boğulmaz, yangında yanmaz, depremde rüşvetle raporu verilmiş evlerin betonlarının altında enkaz olmaz, dağda terörist, şehirde mafya kurşununa rastlamaz, yoksulluktan çöp evlerde ceset olarak bulunmaz, ormanda tecavüz edilip boğazlanmaz, aile meclisinde alınan kararla infaz, ensest ilişkiye zorlandığı için intihar etmez, satılan yiyeceklerden zehirlenmez,... ise kanser olmak zorundadır ölebilmek için. Yoksa gözleri açıktır, nefes alır, ağzına koyarsan lokmayı yutar, temizlersen altını pisler. 120 yaşındadır ve 10 senedir yattığı yerden böyle yaşar, kitap okumaya vakit bulamayacak, 140 km ile hız yapabilecek kadar acil işler onu bir bakım evinin insafına bırakacaktır artık.
Sanırım bu ülkede zor da olsa 10 tane 80 yaşında göçmüş sanatçı ismi sayılabilir ama 11. si meçhul...
Ya 10 taneden sonra kaç siyasetçi sayılabilir acaba ?
Sanatçıların ölüm yaşları bu yasakla bir yere gidemeyeceği aldıkları ücretlere bakılırsa görülebilir. Ama siyasetçiler hem de bu yenilerin, bu ülkenin başında 150 sene dipçik gibi dikildiğini bir düşünülürse, bence kanserin tevadisinin bulunmaması şanslı bir tesadüf olsa gerek...

Badenin Haysiyetidir Tütün 25 Mayıs 2008

Sivas'ı yakanlara göre mekruh, ABD ye göre tüm katliamları gözardı ederek, insan sağlığının fedai sansürü ile yasallaşan sömürge yasağın üzerinden henüz bir hafta geçmemişti ki, soluğu her zamanki mekanlardan birinde aldık. Masaları, berrak bir havaya sıkılmış binlerce koku, esans, deodoranta maruz kalmış buluyoruz. Her yer inadına pırıl pırıl. Izgaranın kokusu bile tenezzül etmemiş salona doluşmaya. Yani sevişilemeyecek kadar aşırı aydınlık, salon ışıkları oyun sırasında sönmemiş tiyatro kıvamında. Siftah diyerek ceketimizi sandalyenin koluna asıp aşağılık zevkin tatmini için soluğu bahçede alıyoruz. Diri, yağmurlu bir yaz akşamının serinliğinde bir nefes alıyoruz yuvarlanmış tütünden. Az sonra kalabalığın sakin sakin, çatal bıçakla yemeğini lokmalamasını, nefes almaya tercih edenler tek tek dökülüyor açık havaya.
“Ülen, rakım içeride masamda piç gibi duruyor. Ben de burada haybeye tütün tüttürüyorum…”
Bu söz duyulur da durulur mu ? Elimdekini ortak tablaya yatırıp son sürat masamdaki buzlu badeye koşuyorum. Avucumun içinde, evlat kıvamında yasal mıntıkama geri dönüyorum. Bir fırt beyazdan, bir fırt ucu dumanlı bal gözlüden. Kafası kendi bedeniyle ezilmiş izmariti tablada bırakıp içeri duhul olduğumda müzikle ortamı şenlendirmenin derdine düşmüş müzisyenler maymuna bir karışta durmakta. Yemek yeme derdi içme derdini sollamış, diş araları yeni geleceklere yer açma telaşında. Anlaşıldı; meyhanelerin işi bitmiş artık, yaşasın kebapçılar, karnı acıkanların tıksırıncıya, patlayıncaya kadar ağzına dolduklarını konuşurken püskürterek göbeklerini kuşatan kemerlere bir delik daha açtırmaları.
Daha fazla sizi değil de kendi canımı yakmak istemiyorum. Kısaca; meyhane, meyhane kıvamından çıkmış, kebap yemekten göbek çatlatılacak bir geceye yüz dönmüş. Yahu, derdimiz yiyeceğimiz yemek, kemireceğimiz kemikse, hele hele bunun da yasaklaması olmadığına bakılarak tartışmasız sağlıklı olduğunu varsayarsak, bunca yola neden onca benzini yaktığıma hayıflanıyorum. Ellerimi enseme dayayıp geriye yaylanarak, TV ‘deki içkili lokanta sahibinin sözlerini sevgiyle yad ediyorum;
“İnsanlar niye gelsin ki ? Adam kurar masasını, balkonunda içer…”
Bilen bilir; çöplükten cennete çevirdiğim bir bahçem olma zenginliğine, ne kadar hovardalık yaptığımı şimdi anladım. Bütün bunları birlikte yaşadığım dedemin günde iki paket sarma cigara içip yüz yaşını kaç aştığını bilemeden, babamı da ölmeden bir hafta evveline kadar üç paketi devirdiği seksen iki yaşında yitirmem, haklı bir gerekçe olmaksızın yasakları bir iddiadan öteye taşıyamıyor ve birden ilk çocuğuma hamile kalan eşimin eve getirdiği “Bir çocuk bekliyorum”, doğum sonrasında da “Bir çocuk yetiştiriyorum” adlı dönemi kasıp kavuran güncel kitapları geldi aklıma. Harfleri bile ezberlendiğinden, tam dört dörtlük sağlıklı bir çocuk yetiştirdiğimiz inancındayken, kızım tam bluğ çağına gelmişken uluslararası akademik yabancı yazar, birden basına bir özür demeci verme gereği hissetti, yazdıklarında yanıldığına dair, hem de AB kökenli olmasının umursamazlığında. Kız olmuş on beş, “söyle sazım ne söylersen dırı dım dırı dım yelelelli hey yelelelli”.
Saman kıvamında geçen gecenin künefe kıvamındaki tek tadı; eşimin böyle bir günde beni bir başıma koymamak adına benimle birlikte bir sigara molası almak için “beş dakika arada” bana eşlik etmesiydi. Kendisi tütün ürünlerini rakı sofrası dışında kullanmayan bir refikadır. Bu yoldaş vefasının benimle birlikte kabre taşınacağına tanık olunuz. Kendisine bu akilliği için şükran borcum olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Bu yazıyı okuyan bir çok dostumun dostluğunu yeniden gözden geçireceği kuşkusuz. Olsun, nikotinsiz canları sağolsun. Zira; kimseden bugüne kadar; sırtıma bir hırka, karnıma bir lokma, cebime beş para, neslime bir yafta, Bodrum’da bir villa istemek olmadı düsturum. Niyet; Düzgün oturalım, ki yüreğimiz de bedenimize özensin di. Sözüm; Aklı Hikmet’e bandırmadan içene, yolu Tevfik Fikret’ten geçmeyene.
Haklı olduğum gün ben bu Dünya’da olmayacağım. Öyle erkenden öleceğimden falan değil; yalnızca ülkede aklın, sürüden kendini sıyırması haylice zaman alıyor olması, tıpkı Kemalizmin yeniden hâkim olacağı günlerin yarın kadar kısa yol kat etmeyeceği gibi.
Son dileğim o ki; madem ki iyi oldu deniliyor. Bunu tamamlamak adına; “Ah bir ataş ver” ya da “fabrikada tütün sarar” gibi şarkılar, türküler dillerin tükürüğüne amman ha bulaştırılmasın, sağlığa da yasaya da mugayyir olduğu unutulmaksızın.
Dönüş yolunda bir "Askere uğurlama” konvoyunun arasına karışıyoruz. Dudağımdaki tebessümüme “İnşallah, şehit olmadan dönersin Çocuk” diyen yürek sözüm yapışıyor. Temenni etmesem de gerçek ölüm; öyle doksanında yatalak falan da değil yirmisinde bir civanken, üstelik dudağına "Acaba bir cigara kondurmuş mu ?" demeden, önümde kornalar, bayraklar eşliğinde, curcunanın arasında bir hay bir huy içinde o an önümde gidiyordu belki de. Onların ölümünü engelleyebilecek ne bir ABD yasası vardı orta yerde ne de AB Parlamentosunun tavsiye kararı. Birden sağımdan; ya devlet ihalesiyle ya da sonunda halkın ödeyeceği kredi borcuyla alınmış, kültablasında sigara dumanı tütüp tütmediği halâ belirsiz, numaralı model bir BMW 160 km hızla dış dikiz aynasını yalayarak geçiyor. Dört şeritli yolun önce en soluna, bir saniye sonrasında dört aracın arasından en sağına geldiğinde, gecenin o saatinde içindeki şahadet ettiklerini görmezden gelme hakkını kullanan polislerin bile kendilerinin niye orada olduklarını sorguladığı, yolağzının en uygunsuz yerine park etmiş, renkli ışıkları bedava yanıp sönen ekip otosunun dibinden aynı süratle geçip gözden kayboluyor. .
Sözün özü; yurdum insanı aklım, ya beni bile dinlemeden haddimi aşacak kadar zeki ya da Rahmetli Aziz Nesin çok haklı… hem de çoookk…