26 Haziran 2010 Cumartesi

Düş Mimarisi

Halbuki, güvercin de olsa düşleri olmalıydı her canlının. Düş bu çünkü. Çok fazla mantığa gerek duyulmaksızın; hangi dilde, hangi renkte, hangi malzemeyle yapılacağı, montajının nasıl gerçekleşeceği, yapımında ne kadar emek gücüne ihtiyaç duyulacağı ya da ışık ayarlarının provalarda yapılmasına gerek bile olmazdı, düşlerin düş olabilmelerinin durumunu değiştirmeyeceği için. Kısaca; düşlerin belirgin bir mimari tarzı yok, canlıdan canlıya değişim gösterse de. Mimarisi olmadığından, her hangi bir mimara da mühendislik bilgisine de ihtiyaç duyulmaz, katlar üst üste çıkılırken. Zaten bu konuda ünlenen, her hangi bir mimar ya da mühendis adına da rastlanılmaz sayfalar karıştırılırken, başkalarına sipariş edilecek bir ihalesi bile olmadığından. Tümüyle bir göznurudur, kurucunun kendi becerisiyle doğru orantılı. Üstelik olay son derece sıradan, bir maharet gerektirmediğinden; sokakta da, uyurken de, yürürken de, film seyrederken hatta ihtiyacını giderirken bile becerilebilinir. Gözardı edilmemesi gerekli olan en önemli nokta; düşün düşte kalması gereği. Yani gerçekle olan farkın bilincinde olunması. Üstelik bir kısıtlaması da olmaz, sürdürebilmenin özgürlüğünde. Ancak bu basit ve küçük ayrıntı, istemeden de olsa atlanıp, bir anlığına düşülen gaflet içinde akıldan da düşürülebilir, tabii ki, doğruca kurulan düşün tam göbeğine, atılmış ancak tutulamamış bir karpuzun, mermer üzerine düşmesindeki hüzünle. Bu ise, düşün gerçekle karıştığı yerin önemine göre, bir tarafından kırılması anlamını taşır kuşkusuz. Her ne kadar müsebbibi, sahip tarafından kendisi olmadığı iddia edilse de, failin düşü kurandan başkası olmadığı düşçü dahil, herkes tarafından tartışmasız gerçeğin ta kendisidir. Ve kimi zaman, bunun bile düşü kurulabilir; “Düşümü kıran ben olmasam keşke...” diye. Yani olduğu gibi, düşçünün özenle düşyüzüne kurduğu düşünün, en az bir yerinden kırmasına ya da orta yerinden bir daha kuramamak üzre, çatlatmasına neden olur. Özellikle bu kargaşa düşlerine kat çıkmışlar için, bir yıkılış da olabilir, bir gecekondu mahallesinin yıkımında yaşanan acıklı sahnelerin hepsini tek tek barındırabilen. Yıkılan düşlerde iskan ve imar planları aranmadığı gibi kırılan düşler için de, ne bir tıbbi ne teknik bir uzmanlık alanı kullanılmamaktadır, master, doktora yapılabilecek. Yani kuş bakışı; “Düşümü dün gece kurarken kırdım da, alçılasak iyileşir mi acaba?” diye koşup randevu alınacak, ne bir dermancı ne de başvurulacak dermancılık bulunmaz. Nedeni ise, düşler gerçekte yaşama fırsatı bulsalardı, zaten düş olarak kurulmasına gerek kalmaz, canlı canlı yaşanabilirdi ve kurulacak yanı da anlamı da yolunu iç dünyalarda yitirirdi. Geriye kalmış tek karanlık nokta; kurulan düşler sıfır maaliyetle elde edilmesine rağmen; yitim, yıkım, kırım sonrası kesilen faturanın bedelinin pahalıya ödendiği rivayet edilir hep.

Cepteki paranın yetmeyip de, alınması yine gerçekleşmeyen kurulan düşlerdeki o pembe pancurlu mütevazı evin, fay hattı üzerinde olup olmadığı da düşlerde bir an olsun akıl ucuna dahi getirilmez. Ancak düşün gerçekleşmesi rötarlandıkça; ev düşü, ya depremle ya egzozla ya da çöp tepelerinin patlamalarıyla açılan çukura an be an kayar, içinden çıkılmazlığın makus talihinde. Yani; düşlerdeki ayrıntılar düşünülmeden atlandıkça; düş, düşlerde baş rol oynamaya mahkumdur, kader mader bile demeksizin. Ya da evlenilmesi düşlenen arka mahalledeki yanakları köylü pembesi o temiz yüzlü ev kızının; içine düştüğü açmazlar, düşlerde replik bulmayıp, sadece namus timsali duvaklı beyaz gelinlik içinde “Evet” dedirtme gayreti, başa daha sonraları büyük dertler açabilir, tüm mahallelinin onu yatak konuğu ilan ettiği öğrenildiğindeki yaratacağı tahribat, tüm gücüyle düşün dişini de peşini de kırar, ortalığı kan gölüne çevirme olasılığında. Ya da, yine düşlerdeki o yüksek makamlı işin başına geçildiğinde, orada durabilmenin yolunun mafyadan geçtiği unutulsa da, dalıp gidilmiş düşten, topuğa yenecek bir mermi hemen toparlanmayı sağlayacaktır, titremeyi bile beklemeksizin. Düşlerin çatal yol ayrımları, hep iki yöne yayılan ufuklardır. Düşler, ya düş olarak kalmasını sürdürür, yarın için bir yaşama sevincinden öteye gitmeyen, ya da düş bir gün gelir, gerçek olarak düşçünün karşısına dikilir ki, daha önceleri önemsenmemiş o ayrıntı, sürpriz olarak yüreğe pahalıya mal olur ve bu yolla kurulmuş düşlere, bundandır azami dikkat gösterilmelidir, üzerlerinde belayı da çorap içine zulalanmış sustalı gibi taşıdığından, “iki alana bir bedava da bizden”e benzemeksizin. Düş ile gerçeğin, yek vücut haline gelişindeki bu ateşli erotik sevişme sahnesi, daha çok tek gecelik ilişkilere benzer; arkasız, önsüz, neresine denk düşerse; oltanın iğnesi gözünden girerek tutulmuş yavru kum balığını göstererek, “işte bakın, ne tuttum?” demenin biçareliğinde. Bundandır ki; olamayacakların keyfini düşlerde yaşadıkça sürmek, her şeyden güzeldir.

Okuduğunuz; döllenmiş ve doğmasını umduğum, henüz ismi konmamış kitaptan bir kaç yürek çırpıntısı...

Sevgilerimle...

ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp, yayınlanmış eski günceleri okuyabilirsiniz.

20 Haziran 2010 Pazar

Zanaatkâr

Söz: Yavuz TURGUL & Cengiz ONURAL       Beste: Cengiz ONURAL
Yavrum,
kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum,
oğlan olursa, boyu posu bana.
Kız olursa elâ elâ baksın,
oğlan olursa maviş maviş.
Yavrum,
Kız olsun oğlan olsun,
kaç yaşında olursa olsun,
yavrum düşmesin istiyorum hapislere
güzelden, haklıdan, barıştan yana diye.

Fakat malûm,
kızım yahut oğlum,
gecikirse suların ışıması
dövüşeceksin
ve hattâ...

Yani haylice müşkül bir zanaatmış bizde bugün
babalık zanaatı da.

Nazım Hikmet Ran 1950

Sevgilerimle...

ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşabilir, YAHOO360 ARSIVI bölümünden yayınlanmış eski günceleri okuyabilirsiniz.