29 Ocak 2012 Pazar

Doğru'yu Gerçek'ten Ayırabilmek

Gerçekler içinde doğruları,
Doğrularda gerçeği aramakla geçiyor günler.
Tıpkı; Pirinç çorbasından çıkan ‘Saman’a ‘Çöp’ demek gibi.

Gün geliyor;
Yakışıklı hatalarımızı,
Filinta yalanlarımızı,
Civan duygularımızın taşan damlalarını
Harman yerindeki bir Çıtak edasıyla
Savurtuyoruz Doğudan esen rüzgara karşı.

Büyüdükçe aslında küçüldüğümüzün
Karanlık aymazındayız.

İçimizi kibir ve ihtiras sardıkça,
Kapılarda ceketlerini ilikleyenlerin,
Çayımızı yemeğimizi getirenlerin sayısı arttıkça,
Akşamları tepeden seyredilen yıldızları
Marmara şarabıyla ıslatma,
Bizim için açılmış mantıyı tatma,
Pazar günleri itiş, kakış, dumana boğulmuş
Mangalda kömürleşmiş etleri kemirme davetleri

Yerini;
Bizden talimat bekleyen borsacıya,
Randevu ayarlayan psikiyatriste bırakıyorsa;

Ne Gerçek aramalı içinde Doğru olan,
Ne de Doğru, Gerçek olan.

Yatağında;
Doğrular yanlışlar,
Gerçekler yalanlar,
Hep denizlere doğru yüzüyor,
Bir dalgasıyla bizi boğabilecek
Şu ipini koparmış azgın nehirde

Umarsızca…

ahb

2.5.2001
“Bir mantık kazası…”
"Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Sarı"

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Kırmızı Sandal

Som mavi göğün sarmaladığı turkuaz denizde
Burnu dalgalara bir batıp bir çıkarken nefes alan
Tepeden tırnağa Kırmızıya bürünmüş
Bir sandalın içinde oluvermek,
Bu görüntüyü kumsaldan seyretmek yerine.

Aniden abanıvermek avuçları patlatırcasına
Küreklerin lumbozlarına,
Sahiplenircesine.
İster suyun akışına, ister akıntıya karşı,
İstediğince, istediğin yöne...

Bir elin eksikliği gibi çapasızlığın biçareliği,
Bir de denizin
Her an patlamak üzre oluşunun tedirginliği
Akıldan geçse bile
Bir başına,
Kendi başına,
Korkusuzca,
Salt koldaki gücün güvencesinde yol almak.

Ürkmüş kısrak gibi huysuzlanan denizin orta yerinde,
Al kırmızı bir sandalın içinde
Huzuru dinlemek ve yaşamak
Yıldızlı gece Güneşi demli şarap gibi içmeden önce.

ahb

1.8.2004
“Güneş’i batırmak için dibini delmeye gerek yok.”

“Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Kırmızı”

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Esmer Kuyruk

Müzik: Hüzzam ud taksimi
Bilemediğin, bu bir sevdaydı ah iki gözüm,
Makamında dinlenmiş; 

yüreklere, kulaklara yel durmuş 
O mahur saz semâ-isinin hicranında.

Ne nakkaredeki tek sendin,
Ne de tamburdaki son çeyrek koma.
Kayıp gidiverdin teller üzerinde,
Bir minörün pervasızlığında.
Sapın dibinden akıverdin,
Gövdenin geri dönülmez boşluğuna.

Ardında bıraktığın Majörün burukluğunu
Dolduruverdi hüzzam taksimi,
Sırtını gerdana dayamış bir kemanın karnında.

Halbuki bir esde bile aklına getirmemişti,
Yaşlara bürünmüş kirpiklere sürtünen yay;
Duyulan bu hüsn-ü hüznün,
Hangi esmer kısrağın kuyruğundan olduğuna.



                                                           ahb

                                                                     27.7.2007
                                               “Atkuyruğundaki hüzzam”


not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Bugün 24 Ocak...Uğur'lama Günü...

Fikirleri softanın üfürüğü söndüremez ise, 
Vururlar sırtından Kalleşçe... 

Bir de tetikçi, üç kuruşun hesabına düşmüşse, 
Sürüverirler altına Dört Bacaklıyı, 
Karanlık Üç kurşunla Aydınlığı 
Dört Kolluya bindirdiğinin farkına varamaz bile...

Mirası...
 
Vurulan Düşünceleri...

24 Ocak, "Gün Özeti"


Saygı, Sevgi ve Hasretle...
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Boş Görü

 

Tanrım,
Bugün hoşgörümü kaybettim,
Çok aradım nereye koyduğumu,
Ancak bir türlü bulamıyorum.
Lütfen bana yardım et.

Hoşgörümü bulsam bile
Bu kez de
Gerçeğimi kaybedeceğimden korkuyorum.

Anlayacağın aralar dereler içindeyim.

İstersen,
Sen ortaya bir karışık tolerans yaptırıver;
Hoşgörümün gerçeği silmeyeceği,
Gerçeğin hoşgörümü ezmeyeceği.

İyisi mi, sen bana yardım et.
 
ahb
 
24.7.2003
“S.O.S.”

 
“Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı –Kırmızı”


Sevgilerimle... ahb not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

7 Ocak 2012 Cumartesi

5 dakikalık düş...

Çubuk-1959 ahb (Güneşten şikayetçi olan)
Bu gün ben çocukluğum oldum,
Yıllar öncesinin
Tütünsüz alkolsüz günlerine öykünerek.

Kapıdan girerken
“Aneyy…” diye bağırdım sanki;
Göğsümün acıyan çeperlerinde kendi sesimi
Yalnızca benim tadabildiğim ılık yankılarında.

“Hadi, arkadaş arkadaşa oturun bakalım…”
Diyen temennide
Yüzüm o günlerdeki gibi yine kızardı,
Dudaklarım kurudu,
Söylenebilecek bir tek kelime
Bulamamanın çaresizliğinde.

Bu gün ben çocukluğum oldum,
Yatmadan önce sahanda
Kırdığım yumurtanın sarısına ekmek batırdım
Hem de karabiberli,
Eşek anırtan acılığında.

Öyle ki;
Öğlenleri okul çıkışında
Bahçe kapısından koşarak girdiğim,
Penceresinden içeri hınzır Güneş sızmış evin tadında,
En büyük eksiği
Cızırtılı radyodan
“Okul saati” yankılanmasa da.

Bu gün ben çocukluğum oldum,
Söylenerek yatağımı düzeltirken
Yumak olmuş kazaklarımı
Katlayıp kaldırdım dolabıma
Tüm isteksizliğimle,
Çoraplarımsa hala
İki bilardo topu gibi yatağımın başucunda.
Markasız pantolonumun cebinde,
Yine bir pastanede iki limonataya yetecek para,
Ve var olmayan işime yetişme telaşı da
Hiç olmadı bu gün içimde.
Çünkü;
Bu gün ben çocukluğum oldum.

Bu gün ben çocukluğum oldum,
Ayakkabılarımın bağını çözmeden
Arkasına basarak giymeyi unutmuş da olsam,
Aceleci beceriksizliklerde.

Akşamdan çıkardığım gömleğimi
Yeniden geçirdim üzerime,
Som çocukluk kokum tütüyordu
Kolaltlarımdaki terimde.

Birden,
İlk aklıma gelen arkadaşıma
Uğramak geldi içimden,
Önceden bir haber bile vermeden,
“Ben geldim” in özgür gölgesinde.

“N’aber?” diyebilmek,
Dudaklarımın arasından dökülen
O çatal ergenlik sesimle,
Sorunun da
Karşılığında verilecek cevabın da
Tüm anlamsızlığının bağışlayıcı sığınağında.

Bu gün ben tüm gün çocukluğum oldum,
Gazetelerden hangi sinemada hangi filmin oynadığını,
O köşeden bakan masum çocuk gözlerin
İçimi bu gün de hala delip delemeyeceğini,
O sinemada, o filmi, o gözlerle birlikte
Eli elime değmeden
Seyredip seyredemeyeceğimi
Merak edip durdum,
Şimdilerde kış güneşinden öte gidemeyecek
O bakışlarda.

Bu gün ben çocukluğum oldum,

Bir çırpıda Hayat Ansiklopedisinden
Karbon kağıdıyla Karagöz Hacivat kopyalamak,
Karton deterjan kutusunu oyup,
Kasabın et sardığı yağlı kağıdından
Hayal perdesi kurasım geldi içimden,
Şıngırdayan defin zilleri
Ve kötü bir Hayali Küçük Ali taklidi
Sesler karışıyor
Mumdaki parafinin yanan titrek alevine.

Annemle pencere önünde oturup
Kahve içip fal kapatmak,
Binlerce kez yinelediği
Aynı kelimelerle sohbet etmek,
Hiç kullanmayı arzulamadığım babamın arabasını
Pırıl pırıl yıkamak geldi içimden.
Gidip akşam pazarından kelek kavun alasım,
İçini oyup fener yapasım geldi birden.

Bisikletime atladığım gibi
Atatürk Orman Çiftliğine gitmek istedim
Kimsenin geçmediği yollardan.
Ve ceplerdekilerden katıştırılarak alınmış
Bir şişe ucuz şarabı
Ağızdan ağıza geçirerek içmeyi,
Dibine gelindiğinde
Bir sonraki gelişte aramak için
Toprağa gömmeyi
Özledim hiç korkmadan.

Geceleri dökük bahçe duvarları arkasına saklanarak
Saklambaç oynayasım geldi,
Zulamda saklayabileceğim
Hiçbir günahım bile olmadan.

Kızlarla beş taş, ip atlamak,
Yere çizilmiş kireç çizgiler içinde
Küçük kaygan mermer kırıklarıyla
Seksek oynayasım geldi bu gün
Onların çocuksu kadınlık dayanışmalarını
Tek başıma çocuksu erkekliğimle
Bastırdığım zamanlardan.

Bu gün ben çocukluğum oldum,
Dedim ya;
Diyesim geldi…
Göresim geldi…
Duyasım geldi…
Koklayasım geldi…
Dokunasım geldi…
Yaşayasım geldi beş dakikalığına da olsa
Çünkü bu gün benim çocukluğum olasım geldi.

Ancak biliyorum ki gelenler,
Birazdan sessizce gidecekler
Tüm acımaksızlıklarıyla
Bir başıma koyarak beni,
Bir düş kırıklığının
Dış kıvrımlarının arasında.

Gözlerim bütün gece kan ter içinde görülmüş
Hasret olası rüyadan uyanacak yeni güne,
Bu güne.

Olsun bu gün ben,
Beş dakikalığına da olsa çocukluğum oldum ya,
O çocukluk inadımla,
Kendi çocukluğumun hikayesinin içinde
Çocukça…

                                              
ahb
                                                     21.9.2003

                         "yalnızca bir parmak, rejimdeyim..."


not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

3 Ocak 2012 Salı

Usûlün Uslûbu

 
1.4.2008 tarihli arşiv yazımı paylaşıyorum.

ön not: "yıllar evvel ile bugünün" bağdaştırılmasına teyit bekleyenler için, özlü bir sözü yinelemek zorundayım;
"Bir çukura düşülürse adı 'kaza"dır. Aynı çukura ikinci kez düşüldüğünde ise, 'aptallık'" demiş, yıllar öncesinden birileri. Sanırım, bir başına çukura yüklenen vebale artık kendimizi de katmanın zamanıdır. Yoksa, tarihin içinde yukarıdaki sözü söyleyene göre, aynen öyle sayılırız ya da nefs-i müdafaadan yırtabilmek uğruna daha çook çam deviririz. 

Bilen bilir: bu ülkede kim ki; apartman, kooperatif, parti, dernek Genel Kurul toplantılarına katılmışsa, “Usûl” engeline takılmıştır hep. Ya alınan karar, program “Usûle aykırıdır” ya da alınan karar “Usûlden bozulmuştur”. 

Ariflikten olsa gerek; usûlünce alınmamış bir kararda hiç kimse açıkça “usûlsüzlük yapılmıştır” diye itham etmez, uslûpsuzluğa düşmemek adına. Başka bir deyişle; kötüyle kötü olma ya da aynı kefeye konma korkusu, “Usûlsüzlüğe” “Uslûpsuzluk”la karşılık vermek istemez.

“Usûl” aslında “Uslûp” ister. Yani usûlsüzlük yapılacaksa uslûpsuzluğu baştan kabullenmenin ötesinde temel niteliklerinin de tek tek bilinmesi gerekir ki; “uslûbun” hoşgörü sınırlarını zorlayarak “Usûlsüzlük Uslûptandır” olarak algılansın diye.

“Uslûp” içinde yoğun bir kültür barındırır; saygı, sevgi, anlayış, algılayış, hoşgörü,...

Eğer ki; sınırda kalmak kaçınılmazsa, ariflik devreye girer, uslûpsuzluğa düşmeden usûlünce atlatılabilir zorda kalmış anlar. Kısaca; kimse “usûlden bozma”ya kalkışma gereği duymaz.

Sözün başına geri dönersek; “Usûlsüzlük” ün kaynağı “Uslûpsuzluk”tur. Yani kültürsüzlük.

Kültürü, kısaca "yaşamın hazmettirdikleri" diye tanımlayabilirsek, "Uslûpsuzluk", “cehalet”in orta yeridir denebilir, kimileri buna “nasibini alamamış” dese de.

İşte ondandır, yıllar yılı yaptığım acemilikler karşısında annemin guatrlaşmış gözleri ve sinirden incelmiş dudaklarının arasından kelimelerine basa basa, fısıltıyla “Ayıııp... hiç olacak şey mi ?” demesi. Bir yandan gün olur namerde muhtaç olurum diye; yemek, ütü, köpüğü üzerinde kahve yapmasını, dikiş dikmesini, oturmasını, kalkmasını, konuşmasını, sevmesini, saygı duymasını, tefekkürü, teveccühü, affetmeyi, sarf etmeyi, pazarlık etmeyi, küsmeyi, sövmeyi, gülmeyi... “uslûbunca” yapabilmem içindi onca debelenişi. Ne kadar şanslıymışım ki yaşamımı doyuracak bir anayı doya doya içmişim. Ya olmasaydı ? Öyle ya, ya erkenden ayrılsaydı döşümden ? Doğrudur eksik kalırdı bir yanım ama ya babadan aldıklarim; namert ustalara mecbur kalmamak için öğrettiği “uslûbunca”; tornavidayı, çekici, penseyi, çiviyi,... kullanmayı, çakmayı, çatmayı, bağlamayı, karmayı, doldurmayı, boşaltmayı, sökmeyi, takmayı, temizlemeyi,... Ya dedemin öğrettiği “uslûbunca”; toprağı kazmayı, yeşili dikmeyi, yetiştirmeyi, büyütmeyi, karpuz bostanına dadanan hırsızları kovalamayı, bağı korurken aç bir ayıdan, tarla ortasında karşılaşılmış bir yılandan kaçmayı, bir köşeye sıkıştırılmış arkadaşlarını karabelalarla başbaşa bırakıp sıvışmak yerine akıbeti ne olursa olsun yanlarında olmayı, bir ülke için savaşmayı,...

Özetle; yaşamdan alınan bu “uslûp”, “usûlünce” o kadar çok kaynaktan beslenir ki, salt bir kişiye, bir görüşe gerek duymaksızın. Yeter ki, alınmak istensin.

Asl’olan bendir, işlenmesi, yüceltilmesi, doyurulması gereken. Ya aç kalırsa? İşte o zaman ortalık “usûlsüzlük”ten geçilmez.

Sanırım; her “Usûl” tartışmasına girildiğinde, neresinde diye olmadık yerlerini iki de bir mıncıklayarak çoğu kez haksız yere kamburu sırtına yükleyip satamadan getirilen Şeytan yerine;

"Usûlsüzlüğü", “Uslûbun Usûlsüzlüğü”nde değil de
“Usûlün Uslûpsuzluğu”nda “Uslûbunca” aramalı...

Sevgilerimle...
ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.