20 Ağustos 2014 Çarşamba

Hoşçakal Flamingo Pastanesi

  Derin & Ekin Özbek                                                                     foto: Gökhan Başaklar
Yıllar öncesinde; Kızılay’da Ulus Sinemasının kapısının yanında, ince uzun bir pastahaneydi, vitrininde pembe bir flamingo tek ayağını kaldırmış yorulmadan yıllarca beklemişti. Yeni çatlamış ergenlik yıllarımın başına denk düşer, Kavaklıdere’ye göç etmeleri. Zira o yıllarda da ekonominin, inşaat sektörüne yol vererek, bir süre daha idare edilebileceği henüz keşfedildiğinden, göze çarpan her duvar gümbür gümbür indirilmişti, duble yola kurban edilmiş ODTÜ çamlarıycasına. Ardı ardına, 'hazır elde balyoz' varken işgüzarlığında, önlerine çıkan duvarları al aşağı etmenin garip tatminini, aptallık boyutunu aşmış saflıkla liste başı olan “Wall”a bağlamış olsak da. O yıllarda CIA nın aleni bir binası vardı, Gökdelenin sırtına hançer gibi yaslanan. O yıllarda gösterilerdeki 68 li eylem ritüeli; Sıhhıye’deki Pan-Am hava yolları acentesiyle başlar, CIA nın duvar nişlerindeki vitrin camlarının  taşlarla olan yakın muhabbetleriyle sona ererdi. Sahi; o yıllarda böylesi başkentin göbeğine yan duran, CIA ya ait bir bina var mı şu an, en azından ben bilmiyorum. Sanırım, ya o da kamulaştı ya da laştırılıp artık devletin resmiyetine kavuştuğundan olsa gerek, içimizden biri halini aldı. Öyle ki, aymazlığımız adeta çıplak kralları bile kıskandırır oldu.


Ulus Sineması Soysal’ların toprakları üzerinden sosyalleşme eğilimi göstererek, sinema gibi etkinlik alanından çıkarılıp, o dönemin AVM si olan Pasaj’a dönüştürüldü. 
Ha, bilmeyen ya da hatırlamakta zorluk çeken ya da o tarihlerde henüz kundaklanmamış olanlar için, mekanı belleksizliğime inat biraz tanıtmaya çabalarsam; şimdiki Soysal İş Hanı'nın olduğu binadır sözü edilen. Ulus Sinemasının giriş kapısı, şimdiki Soysal Pasajı’nın Ziya Gökalp’e bakan kapısıydı o yıllarda ve Kolej’e doğru komşusu olarak Penguen ve Flamingo Pastaneleri, aralarında da adına öykünürcesine tam bir Sandviç vardı. 
Diğer yandaki komşusu, şimdinin metro istasyonu merdivenlerine denk gelen çeyrek dairede bir açık hava pastanesi, üzeri tenteli. Sonraları, camdan akvaryum lokantalara dönüştüler. Başına geleceklerin bir işareti miydi ne? Ve çeyreğin yarı çapları boyunca sıralanmış ufacık ufacık dükkanlar. Hatırladığımsa Kodak fotoğrafçısı. 

Sinema çıkışının biri buraya, diğeri ise Sakarya’ya açılırdı. Sakarya kapısının iki yanında Tarhan, Bilgi Kitabevleri ve Sergen Pastanesi bulunurdu. Karşısında minik dükkan, Goralı.

Sözü edilen isimlerin her birine dair, onlarca anı yazısı, kitap bulunmakta. Bunlara eklenebilecek yüzlerce işletme sayılabilir bir çırpıda. Benimse; kökleşmiş bu kurumların; Atilla İlhan’ın deyimiyle “an geli”p de bir kamikaze edasında onurlu ayrılıkları karşısında, onlar kadar metanetli ve dirayetli olamadığım. Bade, Yaprak, Sergen, Tuna,... pastahaneleri, Goralı, Sandviç, Akman Bozacısı, Piknik, Körfez, Karadeniz Lokantaları, daha nice işletme. Hepsian geldi birden bire yok oldular, anıları öksüz düşen bir yadigar olarak bize bırakarak.

Bugün bir kare ve bir cümle düştü posta kutuma. Cümleyi zaten başlık yaptım, resmi de alnaç. Şiddete girer diye, size yüreğimi gösteremiyorum. Geniş bir bencillikle, duygularımı bıçaklanmış hissediyorum yalnızca. Bir dolu hala yaşanmışlığı soğumamış anı kaldı kucağımda.

Geriye kalansa, “kendine anlat, kendin dinle”... 

Sevgilerimle... 
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

O, şimdi asker


Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.