23 Şubat 2015 Pazartesi

O masalı, biz yaşadık...

İki basamaklı bir eşikti kapısına çıkılan,
Ve bir set üzerinde
Boylu boyunca uzanırdı camekanları.
İçilen işkembe paçadan mıdır,
Yoksa kurulan dostluklardan mıdır?
Orası bilinmez ancak,
İnsanlar kış günleri içlerini ısıtırlardı,
Çorbacılar kralının eski mekanında kaşık kaşık.

Yere kadar inen camlara tutturulmuş
Pirinç çubuklara asılı tül perdeler,
İnsanları değil de yediklerini örter gibiydi,
Yalnızca konuşmaların görülebildiği açıklıkta.

İşkembe içilirken mi doyardı beyin,
Yoksa üstüne limon sıkılmış beyin mi
Çatallanırken dolardı mide?
Bilinmez ama,
Daha kolay olurdu midenin mideyi midede yok etmesi,
Çünkü hazmı zordur derlerdi beyin yemesi.
Bir ömür boyu süreceği görünüyor ufukta
Mide ile beynin,
Galibi de malubu da belli olmayan platonik ilişkisi.

Sıra sıra dizilmiş kaselerden tüten çorbaların buharı
Karagöz Hacivat misali
İkinci bir hayal perdesi kurardı,
Buğulandırdığı vitrinin camlarına.

Artık
Gölgeler konuşur, gölgeler güler, gölgeler bakardı
Karşısına oturmuş çorbalarını kaşıklayan
Çubuksuz gölge kahramanlarına, tefsiz, zilsiz…

Şimdilerde cüzdanların karaltıları vurup duruyor
Işıl ışıl kebapçıların vitrinlerinin
Tül perdesiz aydınlık camlarına,
Sahibine hemen haber verilememiş,
Yıkılmış hatta yakılmış perdelerin
Viran olmuş yansımalarının umarsızlıklarına…

           
                                                             ahb
                                                       25.4.2005
                                “Ustalık rumun elinde miymiş, ne?”

                                           "Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Kırmızı"
 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

20 Şubat 2015 Cuma

Abanoz bir Ağıt


Ne siyah bir filin hemşehrisiyim,
ne de beyaz bir atın çiftesini yedim.
Ne burnunun doğrultusunda
gidip gelmekten bıkmayan kale kadar cahilim,
Ne fedai bir piyonun,
tahtanın sonuna varmasıyla yeniden can bulan bir vezirim.
Ne de yediklerimden tahtından kımıldayamayan bir Şahın kibriyim.

Omuzlarıma yüklenmiş yalnızca, altmış dört kareli tahta.
Kımıldarsam oyun bozulurmuş, böyle diyor haspa.

Ya piyonlar artık çapraz ilerleyip, düz taş alır oldular,
Sırtlarını dönüp düşünmeden canlarını feda ettikleri Şahları için,
Ya da karolar artık tek renk siyah, ekose derzine riya kaçmış
“Belki de yaş aldıkça aklaşır taşım”ın düz rengindeki nafile bekleyiş.

Asabi parmaklar kara bir merada at oynatıp fil gezdirmekte,
Kale eline tutuşturulmuş pusulaya bakıp bakıp yön tayin etmekte.
Kavalsız çobandan, fırsat bilip mat etmesi beklenmekte.
Beyazlar, siyah şah ortada görünmediğinden
Hükmen malubiyet için,
üst mahkemeden çıkacak kararın merakıyla iç geçirmekte.

Aslında her oyunun sonunda;
Aynı kutuda birbirlerini kırmadan yanyana durduklarına,
Karşılıklı, kıran kırana taş kırmalar sanki hiç yaşanmamışcasına
Yeniden dizilişlerine bakılırsa,
Kabağın bu sefer de,
yine canım abanozun üzerinde patlayacağı anlaşılmakta...

                                                                                ahb
                                              "damasız, abanoz bir satranç tahtası"
                                                                            27.9.2014

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.