Derin & Ekin Özbek foto: Gökhan Başaklar
Yıllar öncesinde; Kızılay’da Ulus Sinemasının kapısının
yanında, ince uzun bir pastahaneydi, vitrininde pembe bir flamingo tek ayağını
kaldırmış yorulmadan yıllarca beklemişti. Yeni çatlamış ergenlik yıllarımın
başına denk düşer, Kavaklıdere’ye göç etmeleri. Zira o yıllarda da ekonominin,
inşaat sektörüne yol vererek, bir süre daha idare edilebileceği
henüz keşfedildiğinden, göze çarpan her duvar gümbür gümbür indirilmişti, duble yola kurban edilmiş ODTÜ çamlarıycasına. Ardı ardına, 'hazır elde balyoz' varken işgüzarlığında, önlerine
çıkan duvarları al aşağı etmenin garip tatminini, aptallık boyutunu aşmış saflıkla liste başı olan “Wall”a bağlamış olsak da. O yıllarda CIA nın aleni bir binası vardı, Gökdelenin sırtına
hançer gibi yaslanan. O yıllarda gösterilerdeki 68 li eylem ritüeli; Sıhhıye’deki
Pan-Am hava yolları acentesiyle başlar, CIA nın duvar nişlerindeki vitrin
camlarının taşlarla olan yakın
muhabbetleriyle sona ererdi. Sahi; o yıllarda böylesi başkentin göbeğine yan duran,
CIA ya ait bir bina var mı şu an, en azından ben bilmiyorum. Sanırım, ya o da
kamulaştı ya da laştırılıp artık devletin resmiyetine kavuştuğundan olsa gerek, içimizden biri halini aldı. Öyle ki, aymazlığımız adeta çıplak kralları bile kıskandırır oldu.
Ulus Sineması Soysal’ların toprakları üzerinden sosyalleşme
eğilimi göstererek, sinema gibi etkinlik alanından çıkarılıp, o dönemin AVM si
olan Pasaj’a dönüştürüldü.
Ha, bilmeyen ya da hatırlamakta zorluk çeken ya da o
tarihlerde henüz kundaklanmamış olanlar için, mekanı belleksizliğime inat biraz tanıtmaya çabalarsam; şimdiki Soysal İş Hanı'nın olduğu binadır sözü edilen. Ulus Sinemasının giriş
kapısı, şimdiki Soysal Pasajı’nın Ziya Gökalp’e bakan kapısıydı o yıllarda ve Kolej’e
doğru komşusu olarak Penguen ve Flamingo Pastaneleri, aralarında da adına öykünürcesine tam bir
Sandviç vardı. 
Sinema çıkışının biri buraya, diğeri ise Sakarya’ya açılırdı.
Sakarya kapısının iki yanında Tarhan, Bilgi Kitabevleri ve Sergen Pastanesi bulunurdu. Karşısında minik
dükkan, Goralı.
Sözü edilen isimlerin her birine dair, onlarca anı yazısı,
kitap bulunmakta. Bunlara eklenebilecek yüzlerce işletme sayılabilir bir çırpıda.
Benimse; kökleşmiş bu kurumların; Atilla İlhan’ın deyimiyle “an geli”p
de bir kamikaze edasında onurlu ayrılıkları karşısında, onlar kadar metanetli ve dirayetli
olamadığım. Bade, Yaprak, Sergen, Tuna,... pastahaneleri, Goralı, Sandviç, Akman
Bozacısı, Piknik, Körfez, Karadeniz Lokantaları, daha nice işletme. Hepsi, an geldi birden bire yok oldular, anıları öksüz düşen bir
yadigar olarak bize bırakarak.
Bugün bir kare ve bir cümle düştü posta kutuma. Cümleyi
zaten başlık yaptım, resmi de alnaç. Şiddete girer diye, size yüreğimi gösteremiyorum. Geniş bir
bencillikle, duygularımı bıçaklanmış hissediyorum yalnızca. Bir dolu hala yaşanmışlığı soğumamış anı kaldı
kucağımda.
Geriye kalansa, “kendine anlat, kendin dinle”...
Sevgilerimle...
ahb
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.