2 Aralık 2015 Çarşamba

Ahraz çenede değil de Akıl da olursa...

Kim söylemiş beni
Süheylâ'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melâhat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

Ya o, Muallâ'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?

Orhan VELİ - Dedikodu

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

28 Nisan 2015 Salı

Ankara, hep sarı bir sonbahar yaşar...

Bu sabah Kızılay’a sarı yaprak yağdı.

Düşenler boş yere
Kaldırımlarda,
Üzerine düşecek kuş pisliklerini aradı durdu.


Düşenler boş yere
Tek sıra otobüs kuyruklarında
Gazete okuyarak bekleyenleri aramak yerine,
Serseri mayın gibi dolanan ve
Kırk beş dereceden
Zıpkın gibi yanaşacak otobüsün kapısına,
İlk ayakta atlanabilecek
Zulaları seyretti,
Saplarına kadar buruklukla.


Gün boyu Kızılay’a sarı yaprak yağdı durdu.

Düşenler boş yere,
Boğaziçi Pastanesinden
Hınzırca kaçan mahlep kokusunu aradı,
Egzost dumanları arasında.


Düşenler boş yere,
Mesai çıkışı Piknik’te bira içmişlerin,
Goralı’da sosisli yemişlerin,
İçmemiş, yememiş görüntülerini aradı
Savrulurken Ankara’nın hazan rüzgarında.


Öğlen vakti Kızılay’a sarı yaprak yağdı.

İş Bankasının kumbara saatine;
Cumhuriyet’ten miras,
Kapısı hemşire kepli
Ve beyaz badanalı Kızılay binasının
Üzerine düşememenin telaşında.


Akşamüstü en çok
Kumrular’daki çay bahçesinin çakıl taşları yerine,
Beton yığınlarına çarptı sararmış yapraklar.


Bir de ders çalışma bahanesiyle;
Utangaçlığın ağır bastığı
Milli Kütüphanenin pencerelerinden içeri süzülen
Güneş ışınları altında,
Saatler boyu karşılıklı bakışların seviştiği
Sevdadan şehlalaşmış genç gözleri özledi.


Akşam bulvar boyu sarı ışıklar altında
Kızılay’a sarı yaprak yağdı.


Maroken koltuklu, ferforje avizeli, kırmızı halılı Büyük Sinemadan,
Katlanır perdeli Ulus Sinemasından,
Tahta koltuklu Ankara Sinemasından
İtiş kakışsız çıkanların üzerlerine savrulmayı düşledi.


Tek bir trafik polisinin
İki bulvarın kesiştiği kavşağın tam ortasından
Ayrıcalıksız yönettiği kulübenin çatısına,
Konamamanın hüznü kapladı kurumuş damarlarını
Sapına kadar sarı sarı.


Nereye koymuşlardı,
Yaprak, Bade Pastanelerini ?
Nereye koymuşlardı
Bilen var mıydı,
Akvaryumdaki balıklar gibi
Uludağ kebapçısında İskender yiyenleri ?


Gece boyu Kızılay’a sarı yaprak yağdı.

Çıtırdak yaprak uçları çarptı
Oynak kardırım karolarına,
Club M’deki programına yetişmek için
Hızlı adımlarla koşuşturan
Tanju Okan’a rast gelir mi diye.


Kızılay’a sarı yaprak yağıyor inadına, boş yere.

Onları alıp,
Sıcacık avuç içlerinde sevgiyle un ufak edecek,
Ne el kalmış artık
Ne de yürek;
Bedenleri de cepleri gibi boşalmış,
Yapraklardan da kuru Kalabalığa rağmen.


Bu gün Kızılay’ın sonbaharına Sarı yaprak yağdı;
Ağaç dallarından ayrı düşmenin yasının yanında  
Yitirilenlerin garip hüznünde.
ahmet haluk başaklar
13.11.2002
“‘…yüreğe bir yaprak düşmeye görsün…”
Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı – Mavi”

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

23 Nisan 2015 Perşembe

denk gelmek...

Boşuna okunacak yazı aramayın zira,
denecekler ezginin notalarına saplanmışlar.

Sevgilerimle...
ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

27 Mart 2015 Cuma

Yalnızlaşmış bir akşam…

 
Şimdi O , 
    İçkisini yudumladığı barda , 
       Tavanla duvarın birleştiği ışıksızlığa , 
          Beni asabildi mi 
          Yanındaki konuşmalara aldırmadan , 
          
          Dinlediği şarkıda … 

                                                          ahb

                                                    28.12.1998 
                                     “Yalnızlaşmış bir akşam…” 

"Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Sarı"

 not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

23 Şubat 2015 Pazartesi

O masalı, biz yaşadık...

İki basamaklı bir eşikti kapısına çıkılan,
Ve bir set üzerinde
Boylu boyunca uzanırdı camekanları.
İçilen işkembe paçadan mıdır,
Yoksa kurulan dostluklardan mıdır?
Orası bilinmez ancak,
İnsanlar kış günleri içlerini ısıtırlardı,
Çorbacılar kralının eski mekanında kaşık kaşık.

Yere kadar inen camlara tutturulmuş
Pirinç çubuklara asılı tül perdeler,
İnsanları değil de yediklerini örter gibiydi,
Yalnızca konuşmaların görülebildiği açıklıkta.

İşkembe içilirken mi doyardı beyin,
Yoksa üstüne limon sıkılmış beyin mi
Çatallanırken dolardı mide?
Bilinmez ama,
Daha kolay olurdu midenin mideyi midede yok etmesi,
Çünkü hazmı zordur derlerdi beyin yemesi.
Bir ömür boyu süreceği görünüyor ufukta
Mide ile beynin,
Galibi de malubu da belli olmayan platonik ilişkisi.

Sıra sıra dizilmiş kaselerden tüten çorbaların buharı
Karagöz Hacivat misali
İkinci bir hayal perdesi kurardı,
Buğulandırdığı vitrinin camlarına.

Artık
Gölgeler konuşur, gölgeler güler, gölgeler bakardı
Karşısına oturmuş çorbalarını kaşıklayan
Çubuksuz gölge kahramanlarına, tefsiz, zilsiz…

Şimdilerde cüzdanların karaltıları vurup duruyor
Işıl ışıl kebapçıların vitrinlerinin
Tül perdesiz aydınlık camlarına,
Sahibine hemen haber verilememiş,
Yıkılmış hatta yakılmış perdelerin
Viran olmuş yansımalarının umarsızlıklarına…

           
                                                             ahb
                                                       25.4.2005
                                “Ustalık rumun elinde miymiş, ne?”

                                           "Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Kırmızı"
 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

20 Şubat 2015 Cuma

Abanoz bir Ağıt


Ne siyah bir filin hemşehrisiyim,
ne de beyaz bir atın çiftesini yedim.
Ne burnunun doğrultusunda
gidip gelmekten bıkmayan kale kadar cahilim,
Ne fedai bir piyonun,
tahtanın sonuna varmasıyla yeniden can bulan bir vezirim.
Ne de yediklerimden tahtından kımıldayamayan bir Şahın kibriyim.

Omuzlarıma yüklenmiş yalnızca, altmış dört kareli tahta.
Kımıldarsam oyun bozulurmuş, böyle diyor haspa.

Ya piyonlar artık çapraz ilerleyip, düz taş alır oldular,
Sırtlarını dönüp düşünmeden canlarını feda ettikleri Şahları için,
Ya da karolar artık tek renk siyah, ekose derzine riya kaçmış
“Belki de yaş aldıkça aklaşır taşım”ın düz rengindeki nafile bekleyiş.

Asabi parmaklar kara bir merada at oynatıp fil gezdirmekte,
Kale eline tutuşturulmuş pusulaya bakıp bakıp yön tayin etmekte.
Kavalsız çobandan, fırsat bilip mat etmesi beklenmekte.
Beyazlar, siyah şah ortada görünmediğinden
Hükmen malubiyet için,
üst mahkemeden çıkacak kararın merakıyla iç geçirmekte.

Aslında her oyunun sonunda;
Aynı kutuda birbirlerini kırmadan yanyana durduklarına,
Karşılıklı, kıran kırana taş kırmalar sanki hiç yaşanmamışcasına
Yeniden dizilişlerine bakılırsa,
Kabağın bu sefer de,
yine canım abanozun üzerinde patlayacağı anlaşılmakta...

                                                                                ahb
                                              "damasız, abanoz bir satranç tahtası"
                                                                            27.9.2014

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.