31 Mayıs 2011 Salı

Bir kuş uçarsa ya da konduğu yerden konuşursa

Bilinen o meşhur fıkra geldi aklıma, nereden estiyse...


Adamın biri; yalnızlığına son vermek için, dost tavsiyesine kulak verip, ömrünün geri kalanını bir papağan ile sürdürmeye karar verir. Ve soluğu şehrin en büyük kuşçu dükkanında alır. İçeri girdiğinde dükkanın her yeri, kafeslerde ya da tüneklerin üzerinde; birbirinden farklı renk, cins, büyüklükte cıvıldaşan kuşların içinde bulur kendisini. Ardından yanına yaklaşan tezgahtar, satıcı olmanın tadını alırcasına gülümseyerek karşılar.

   
-          Hoş geldiniz. Size nasıl yardımcı olabilirim?

-          Eee.. kuş alacaktım da... daha doğrusu niyetim o...

-          Neden olmasın efendim. Zira burası zaten bir kuşçu dükkanı. Ancak ne tür bir kuş alacağınız konusunda önceden belirlediğiniz bir düşünceniz var mı?... Yoksa...

-          Papağan...

-          Neden papağan?

-          Arz edeyim, yalnız yaşayan biriyim ve artık böylesi bir hayat sıkıcı gelmeye başladı.

-          Neden?

-          Neden olacak, konuşabileceğim hiç kimsemin olmaması kimi zaman karamsarlığa itiyor beni. Kısaca konuşabilecek bir canlıya ihtiyacım var bundan sonrası için.

-          O zaman, neden evlenmediniz ki? Bıkacak kadar dinlerdiniz. Özür dilerim, şaka olsun diye söyledim.

-          Haklısın, yıllarca hep işim öncelikli oldu ve insanlarla ilişki ya da onların sorunlarının sorumluluğunu üstlenmek pek de sıcak gelmedi açıkçası. Üstelik, her insanla da oturup karşılıklı konuşamıyorsunuz. Ya söylediğiniz anlamıyor ya da anlıyor ama tersinden yorumluyor. Kısaca; ben tartışmayı seviyorum ama, konuştuklarımızın sonunun hep kavgayla bitmesi kaçınılmaz oluyor. Ha, kimi zaman, yardım elinizi uzatmış dahi olsanız bile... Neyse...

-          Sakıncası yoksa, mesleğinizi öğrenebilir miyim?

-          Asıl şimdi güleceksiniz ama ben, sosyal bilimciyim. Topluma kitlesel bakıyor, bireysel yönlerini ise ilgi alanıma sokmamaya gayret ediyorum. Daha doğrusu ben Akademisyenim, Teorisyen.

-          Haaa !... garip bir durum ama... sanırım bunu bireysel olarak aşmış ya da görüşünüz sizi buralara kadar taşıdığına bakılırsa kendinize göre durumunuza uygun bir çözüm üretmiş olduğunuz, her halinizden belli oluyor... Beklentiniz nedir, öğrenebilir miyim?

-          Bir arkadaşım tavsiyesi üzerine geldim. Dediğine göre ezberleri iyi imiş?

-          Doğrudur efendim...

-          Azıcık bir akıl olsa, kâfi. Yeter ki; tanımları, önermeleri eksiksiz bir nefeste sıralayabilsin. Bilirsiniz kimi kuramlar vardır, bir kelimesi dahi atlandığında farklı mecralara yol almamak elden gelmez. Benim de yaşım ilerlediği için, artık ezberimde tutmakta haylice zorlanıyorum.

-          Mesela?

-          Mesela..., ben “liberalizm” dediğimde, konu hakkındaki tüm düşünceleri ben kitaptan ne aktardıysam, söylemeli... ya da “toplum etiği” dediğimde, toplumsal ahlâk konusunda ona bütün yüklediklerimi madde madde sıralayabilmeli. O bir papağan olduğu için, söylemleriyle eylemlerinin uyuşması gibi bir beklentinin olması zaten abesle iştigal. Bir anlamda; doğru çağrışımlarda doğru bilgileri bana, yeter ki okuyabilsin.

-          Sanırım sizi anladım. Papağanlar, dipteki salondalar. İsterseniz oraya geçelim. Ben her birinin özelliklerini sıralar, siz de aklınızda bir karar oluşturursunuz... ya da yalnızca fikir sahibi olursunuz.

-          Tamam tamam, çok iyi. Geçelim.


Tezgahtar ile birlikte iki salon geçip, duvarları taşla kaplanmış odanın loş ışığına gözlerini alıştırmaya çalıştı. Yüksek tavanlı odada, diğer kuş reyonlarının aksine tam bir sessizlik hakimdi. İki yanda basamak basamak yükselen setler üzerinde, kimi süslü kafesler içinde kimi uzun çubuklar üzerinde tünemiş renk cümbüşündeki papağanlar dikkatle onları süzüyordu. Yer yer köşelere konmuş zambak ve lotus çiçekleri vakar içinde görselliği tamamlıyordu.

-          Bunlar?... diye işaret etti eliyle; tüyleri rengarenk, alımlı papağanı gösterek. Tezgahtar, dudağında müstehzi bir gülücükle;

-          Boş verin onu, o size yaramaz. Konuşamaz bile. Tüm özelliği gösterişi, azametidir. Süs niyetine.

-          Ya bu? diye işaret etti, yanıbaşındaki tünekteki küçümen papağanı işaret ederek.

-          O konuşmasına konuşur da, boğazına düşkün olduğu için habire yer. Haliyle, konuşurken ağzından fırlayan parçacıklar nedeniyle ne söylediği tam seçilemez.

-          Ya bu?...

-          Evet olabilir.Düzgündür. Ne dediği anlaşılır. Ancak tek dil seslendirebilir. Fiyatı da 1000 liradır.

-          Nee? Bir de farklı dil mi biliyorlar?

-          Tabii tabii...

-          Hayret! Önce, ne söylediğinin anlamını dahi bilmiyor ki, farklı dillerde konuşmasının bir anlamı olsun?   

-          Öyle demeyin. Gırtlaktan çıkardıkları seslerle telaffuz etmeleri öyle kolay değil.

-          Sahi... doğru... peki ya bu?

-          O üç dil bilir? Ancak solunum yollarında sorunu var. Bu nedenle, söyleyeceklerini ancak cümle cümle tekrarlayabilir. Yani, bir çırpıda söyleyeceklerini dinlemeniz için biraz sabırlı olmanız gerekli. Bunun da fiyatı 1500 lira.

-          Kısaca dil başına 500... iyiymiş.

-          Ama şu tepedekini önerebilirim. Hem dört dil bilir, hem konuşması anlaşılabilir, hem de görüntüsü, türünün tüm özelliklerini taşır. Yalnızca, liderlik duygusunun aşırı gelişkinliği, diğer kuşlar üzerinde tahakküm kurmasını engelleyememekte. Bu nedenle, alt sıralara koysanız bile ne yapar ne eder gider en tepeye konar ve başka kuşların kendi yaptığını yapmasına, izin vermez. Fiyatını soracak olursanız, 2500 lira.

-          Benimle aşık atmasına da ben katlanamam... başka önereceklerinize geçelim isterseniz.

-          Bu, iyidir ama, o da konuşmanın ödülünü hep bir dişi kuşla gidermenin peşindedir. Kısaca uçkuru gevşek dersek yanlış olmaz. Ama yine de sizin için bir sakınca teşkil etmiyorsa, fiyatı 2000 liradır.

-          Duvara asılmış elek misali, bir de bu yaştan sonra kuşa çöpçatanlık yaparak, eşe dosta rezil olamam.


Birden bir kaç kanat çırpışıyla omuzuna tombul yanaklı bir papağan kondu.

-          Augubudankaşlaka darvidi dedi, bir özlü sözle durumu özetlemişcesine kendinden gurur duyarcasına kibirle bekledi. Ta ki; tezgahtar ağır hareketlerle, onu bileğinin üzerine kondurup yerine götürene dek.

-          Hayırdır? Cesaret yüzde bin beşyüz anlaşılan ya da aşırı evcil. Garibimin bir de anlamlı üç beş kelimesi olsaymış...

-          Yok yok, onun derdi sosyal ilişki eksikliği. Bu mahrumiyetini, önünden her geçen, kaçanla böylesi bir el ense tokat muhabbetiyle gidermeyi yeğliyor.

-          Bir insanla girişmediklerime bir kuşla mı kalkışacağım... sıradaki !

-          Bu ise, ilk sahibinin aymazlığının kurbanı. Tümüyle küfür öğretilmiş. Daha doğrusu; silinemez belleği böylesi bir edebiyatın a’dan z’sine kadar tıka basa doldurulmuş. O da, sonradan ezberlediklerinin arasında istemeden de olsa kullanıyor. Ama bunun dışında bir papağanda olması gereken tüm özellikler mevcut. Haliyle... tehlikeli...

-          Hımmm... düşünülebilir... başka?

-          Bu da fazla kibirli. Bu huyunu, saldırgan ve küstah ses tonundan kolayca anlayabilirsiniz. Yeme karşı düşkünlüğü olmadığı gibi elden yemlenmeyi kendine yediremeyip reddeder. Kısaca, yönetmesi, denetim altına alınması zordur.

-          Hımmm...

-          Bu ise yemlenmeden konuşmaz.

-          !...

-          Bu da insanlardan değil de, diğer papağanlardan duyduklarını belleğine atar. Siz de onu, kendiliğinden dillendiğini zannedebilirsiniz.

-          Desene şark kurnazı diye...

-          Yaklaşık sizin beklentinizden anladığım kadarıyla, elimizdeki uygun papağanlar bunlar. Peki, içlerinden gözünüze çarpan ya da ilginizi çeken ya da aklınıza yatan oldu mu?

-          Valla ne diyeyim; hangisine elimizi attıksa mutlaka bir tarafı eksik ya da abartılı.


Karşılıklı sessiz bakışmaları; yükselen basamaklara yerleşmiş kuşların bulunduğu sağ taraftan adeta yankılanan, bir akşamcının çatlamış öksürüğüyle son buldu. Merdiven görünümlü sekinin yan aralığından, mozaik zemin üzerinde, adeta öksürmesi onu yürütüyormuşcasına, bir durup, bir sallanarak kalkarak yürüyen bir tüy yumağıyla buluştu gözleri. Bir anda tezgahtar kendini toparlayıp, görüntüyü perdelercesine adamın önüne geçti ve alaycı bir tavırla;


-          Önemli değil... ya da buna da mahallenin delisi desek yanlış olmaz...


Son öksürüğünden ağzının içine gelen balgamı yutağından seslice geçiren tüy yumağı, başını derin bir nefes alarak kısık gözlerini aralamadan kaldırdı. Dökülmüş tüylerin aralığından belirmiş pembeleşmiş deri parçası, tepesinde adeta sırıtıyordu. Geri kalan tüyleri ise; bir marangozun atölyesindeki talaşa bulanmış hali gibi, hatlarının ayrıntıları seçilemez boz bir renkte, mahalle kavgasında arada kalmışcasına tarumar, mafyaya borcunu ödeyememişcesine yürüyüşü aksak, kollestrolü, lipiti yükselmişcesine şişman karınlı ve iki yana kaykılarak adımlayan kuş kılıklı, kızgın gözleriyle tezgahtarı aşağıdan yukarıya doğru süzdü.

 
-          Bu ne?

-          O mu... şey... ııı... Kuş canıım...

-          Kuş mu?

-          Evet kuş... aslında, o da diğerleri gibi bir kuş, hem de papağan.

-          Lütfen yapmayın, bunun papağanla ilişkisi kalmamışki. Yoksa ortalığın temizliğinde mi kullanıyorsunuz?

-          Efendim gerçekte, biz de onu anlayabilmiş değiliz. Bu nedenle, ona kalıcı bir yer ayırmak yerine, kendi haline bıraktık.

-          Sanırım, hayrına verecek kapı aranmakta?

-          Tam tersine, onun özelliği ise, değerinin 10000 lira olmasında...

-          Hadi canım... Hem anlatacağım her hangi ona dair bir bilgim yok diyorsun, hem de 10000 lira... ne iş?

-          Çok haklısınız. Bizim için de bir değer taşıdığını zannetmiyoruz. Ancak, mağazamızdaki tüm kuşlar onunla her karşılaşmalarında, ne hikmetse önlerini ilikleyip “Üstad diye sesleniyorlar.  

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder