Aşağıdaki yazıyı ilk 2006 yılının sonlarına doğru yahoo-360 'ta açtığım ilk "Kuledibinden Yankılananlar"ın 6. güncesi olarak yayınlamış, gerek hasıl olduğu için aynı yazıyı bu kez aynı başlıkla 19.9.2008 de paylaşmışım. İstedim ki o yazı; gözkapağı kaslarına şifa olur, dumurunu alır niyetine, bir kez de blogspot'taki güncemde yer alsın.
Tarihi, tekerrür ile yaşamayı alışkanlığa dönüştürmüş ülkeninin
bir yurttaşı olarak, yazdıklarımın zaman zaman kısır döngüye girdiğini, aynı
düşünceleri her seferinde farklı kelimelerle ifade ettiğim kanısına kapılıyorum.
Nedenini; son günlerde, "sinemadaki
ensesine şaplak yiyen adam fıkrası"nda bulduğumu zannediyorum.
Sırf bu yüzden daha önce yazdıklarımı artık başka sözcüklerle, "Karo Kızı"nı aynı
yerde bulacağınızı bile bile zamanınızı çalmak istemiyorum. Hoş; yetkinlerin
inanmamı her yol mübah
yöntemiyle ikna etmelerinin biçare kaldığı "işlerin tıkırında hatta jet hızıyla geliştiği"
teranelerine karşın, memleketin iş ve işsizlik kabızlığına bakarak, zaman
öldürmek için benim gibi bir lüzumsuzun yazıları, olsa olsa rakıya kavun gibi
geldiği görüşünde sizlerle de hem fikirim.
Aşağıda yazılanlar, 23.1.2007 tarihinde aynı başlık, farklı
resimle yayımlanmıştı.
Haa; o eskimiş günün görüşü, bugünün ayakkabı numarasına Külkedisinin ayağı
gibi tıpatıp uymasının, benim ferasetimin ileri görüşlülüğüne hiç mi hiç
ihtiyacı yok. Kısaca; bu körlüğün nedeni bir tesadüf değil, olsa olsa bir Tekerrür den ibaret... Ne diyelim ? "Tanrı
hepimize akıl ihsan eylesin."
Bir
araştırmaya göre;
"Beş maymun ortasında bir merdiven, merdivenin
üzerinde sallanan ipe de bir kangal muz asılı olan bir kafese konuyor.
Her bir maymun, merdivene
çıkıp muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine buz gibi soğuk su
sıkılıyor. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanıyorlar. Bir süre
sonra ne zaman içlerinden biri muzlara doğru hareketlense diğer maymunlar onu
engellemeye başlıyor.
Su kapatılıp maymunlardan
biri dışarı alınıp, yerine yeni bir maymun konuluyor. İlk yaptığı iş, koşup
muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak oluyor. Ancak diğer dört maymun buna
izin vermeyip üstüne üstlük bir güzel de dövüyorlar.
Daha sonra ıslanmış
maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştiriliyor. Ve o da merdivene
yaptığı ilk atakta dayağı yiyor. Bu maymunu en şiddetli ve istekli dövense az
önce diğerleri tarafından engellenen ve ilk dayağı yiyen de birinci yeni
maymundan başkası değil.
Bu kez ıslak maymunlardan
üçüncüsü değiştiriliyor. O da ilk atakta diğerleri tarafından aynı biçimde
cezalandırılıyor. Üstelik diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin de en yeni
gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur, ama en
iştahlı dövenler de onlardır.
Sonra en başta ıslanan
maymunların dördüncü ve beşincisi de Yenileriyle değiştiriliyor. Ancak,
tepelerinde sallanan bir kangal muz hala asılı olmasına rağmen artık hiçbiri
merdivene yaklaşmamaktadır.
Neden mi? Çünkü burada işler
böyle gelmiş ve böyle gitmektedir... İşte bu nokta organizasyonel (ya da
toplumsal) negatif öğrenmenin şartlanmanın başladığı yerdir. Kötü yönetilmeyi
ve maymun davranışını kanıksarsınız, hayatınızdan memnun olmaya bile başlar,
kurulu düzenin en hararetli savunucusu olup karşı çıkana da en çok ve en
iştahla engel olan siz olursunuz."
muş... Bundan sonrası ise kalmış Arif'e ...
Denebilir ki;"Ne zaman ki maymunlar yapmaz, biz de o zaman yapmayız."
Ama bugün birilerini utandırarak
bir İNSANLIK
yapsak da MAYMUNLUK
u bıraksak...
Çünkü; aklımızı kullanmadığımız sürece bir maymundan öteye gidemeyip bir türlü insan
olmayı beceremeyeceğiz bu gidişle...
Sevgilerimle...
ahb not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Hazana Hüzün
bulaştırmak, her ne kadar kendi
marifetim olmasa da, asıl Sonbahardır, rontgenlediği dalların iskeletini ulu
orta yerde ifşa eden.
Yaz boyu; bir o
yana bir bu yana yelpazelenen yeşili besleyen
damarlar çırılçıplak kalmak üzre, bedenine tutunmuş
ne var ne yoku, dökmeye başlayacak hiç
utanmadan az sonra. Sapından emzirdiği
kokulu çiçek, kopartılıp dişlenen gagalanmış meyve
de yok artık.
Çatallara
yuvalanmış kuşlar da göçecek birazdan, armağan niyetine
belki de, ona bırakılacak; titizlikle örülüp içinde ürenmiş virane
çöpten evler.
Mevsim artık,
devr-i çöpçüye yüz tutmaya başlamış bile. Güneşe beş karış,
palazlanmış semiz dallar baltayla budanacak, zemherinin ayazına ot
tıkamak uğruna ocakları ısıtacak, hem de sımsıcak.
Adeta, bir başına kaderini
paylaşmanın tam yokuşbaşı.
Ozanın dediği gibi;
“bu bir demdir, gelip geçen” Balta girmemiş
yeşilin heybetinden arta kalan dazlaklıktan esecek hüzün; bedende hissedilecek, sararıp da düşende
değil.
Belki de sözü
edilen Hazanın Hüznü, Ormanın Hüznüne sözleşmesiz
ev sahipliği yapacak, kim bilir? Ancak mevsim
kavşağındaki yolu kesen hakikat o ki; ebeliğe
hazırlanmakta Hazanın Hüznü, Baharın Hüsnünün doğumunda...
Sevgilerimle... ahb
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Gün gelirde; Bütün neyleri üfleyen tüm nefesler birden bire susarsa, Meraklanma. Deliklerinden kaçmamış bir ses bulunacaktır mutlaka, Kamışın kuytusunda, Tek başına kalmış olsa da.
Neyin mi yoksa meyin mi içinde olduğu Belli olmayan tebessümlü bir “Merbaha”, Sıcacık nefesiyle Selamlayacaktır yüreğini Mutlaka. ahb 11.8.2005 “nefesdeki ses”
"Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Kırmızı"
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Haydi silkele;
Üzerinde miskinleşmiş,
Yakamozsuz denize attığın dalgın bakışlarını.
Parmakların;
Kavradığı sırtı terlemiş kadehi delip
Demi hissetsin.
Maydonozlanmış bade,
Dudaklarının arasından yüreğini emzirirken,
Bir eski Üsküdar’lıya selam edercesine
Zarfsız muhabettini pullayıp yollasın.
Gökçeada’da bir rum meyhanesinde;
Anasonu öksüz kalmasın diye
Kadehine sığamamış bir buz,
Hasretten eriyerek
Kucağına düştüğü meyin huzurunu
Dostluğuna sürüklesin.
Zira duyulan;
Altı üstü üç kuruşluk Dünya’daki yaşamda,
Olsa olsa
Yüreğine dayanmış dağların ardından yükselen
Bir darabandır bu,
Koyaklarında başıboş dolanan sevgiyi
Aniden bir dosta fırlattığın.
ahb
26.7.2005 "Bir selam böyle mi yollanır? Bilinmez !”
"Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Kırmızı"
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Son
günlerde, gündeme boğazımızın üzerine Sultan gibi bağdaş kurdurulan Yavuz Selim’in,
İskender’in kördüğümü kılıçla kesme ince zekasına nazire yapsın diye, belki de
hiç yaşanmamış bir öyküsü sanal ortamda kasten dolandırılmakta. Önce bu kıssa
olmasa da, hisseyi almak adına okuyalım derim.
Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir
tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir.
Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100
altındır.
Yavuz Sultan Selim sorar:
...-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?
Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve
yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.
Herkes şaşkınlık içinde
napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve
der ki:
Ağlarım ben kekliğime
Seherde öten bülbüle
ipeklenmiş tüylerine
Yanaktaki benlerine
Ağlarım ben kekliğime
Sultan bu türküyü kekliğin sesi kadar net
duysa da, dirayetini sürdürüp kafasını koparmaktan vaz geçmediği anlaşılmakta.
Bunun yanı sıra Sultan olmakla Sultanlık yapılmadığının numunesi olsa gerek,
anlatılan olay insanoğlunun avcılık yaptığı çağlara uzanan çok eski bir yöntem.
İlk kez duyması, Sultan'ın av ve avcılık konusundaki konumunu ya da "her
şeyi bilirim"e inat günlük temel bilgilerden yoksun olduğunun göstergesi.
Saray bu erzak ganimetle geldiğinden olsa gerek, o dönem için avın avcı için ne
anlama geldiğini bilmemesi de ayrı bir ariflik. Evin günlük iaşesinden olan
mahrumiyetle gelen sefalet, böylesi nedenlerle o yıllarda da revaçta olsa
gerek. Yoksullaştırma atalarından süregelen bir soya çekim olsa gerek.
Ancak; Sultan keklikle yetinmeyip,
Çaldıran savaşı öncesi yol üzerindeki
kendi toprakları üzerindeki köyleri basıp katlettiği 40000 Alevi'nin envanteri tarihe,
kanlı bir şan katar.
Aynı yüzyılın ilerleyen yıllarındaki aynı
beyinler;
Pir Sultan Abdal'ı güzel ötüşlü sınıfına
sokup darağacında sallandırır.
Geçen yüzyılda da aynı senaryo Nazım
Hikmet için yazılsa da,
sahneye tam konacakken şair ellerinden
uçuverir.
Dediğim gibi memleketin havasında var,
suyunda.
İnsanlık evrimleşirken biz nasıl becerebiliyorsak,
geriye doğru mehteranın adımlarına kapılıp
aslımıza rücu ediveriyoruz.
Belki de bu iki ileri bir geriyle aklımızı
kıpırdatmama hassiyetine katkısından ötürü olsa gerek, Mehter Marşı’nı yaşamın kutsal
bir aşk şarkısı niyetine liste başından indirmeyişimizdeki inat.
Oysa; Pir Sultan Abdal asılmadan önce
(hainlik bunun neresindeyse anlamış değilim) dizelerinde şöyle çağlamış:
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir.
Nemrud gibi Anka n'oldu
Bir sinek havale oldu
Davamız mahşere kaldı
Yarın bu senden sorulur.
Şah'ı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Han'a
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Hafid-i Peygamber'im has
Gel Yezid Hüseyin'imi
kes
Mansurum beni dara as
Ben ölünce il durulur.
Ben Musa'yım sen Firavun
İkrarsız Seytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür,
dirilir.
Son satırındaki gibi;
yoldaki vatandaş bugün
Hızır Paşa'yı tanımaz ama,
ya Pir Sultan Abdal'ı ?
Meşhur hikayedir,
Nazım'ı tutuklayan Bursa
Emniyet müdür'ünün adının,
hoş sadayla o gün
kubbeden düşmesi.
Kısaca; güzel öten
kekliğin başını koparmak,
onu gerçekten öldürmeye
yeterli gelmiyor.
Rahmetli cahil dedemin
bir sözünü hatırladım;
"B.k sineğini b.kun
üzerinden alıp gülün üzerine koyarsan bir dakikada ölür"
Torunu olarak onun
söylemine ilave yapıyorum;
"niyet b.k sineğini
öldürmekse, al gül yaprağının üzerine koy.
Ama kuşku yok b.k, orta
yerde tütmenin keyfini sürdürecektir"
Öncelikle iktidarını
koruma hırsına kapılıp iki Kardeşini boğdurması
(ki rivayete göre
babasının barışseverliğini miskinlik diye yorumlayarak, zehirlediği kimi
kaynakçalarda yer almakta)
Tanrı'ya inanan insanın,
önce onun yarattıklarına saygı duymaması,
İnsanlık için değil
insan (kendisi) için yıkması, dökmesi, asması, kesmesi, (hatta bir kaynakçada
övünülerek söylendiği gibi) taş üzerinde taş bırakmaması,...
Özellikle insan olmanın birincil
görevlerinden, amaçlarından,
hatta ideallerinden biri
olan,
taş üzerine taş koymakla
adeta nazire yaparcasına çelişmekte.
İnanç ayrılığına
saygısızlık,
Bağlı bulunulan aynı din
içinde ayrımcılık, dayatmacılık.
Güzel bir kuş sesini
dinlemekteki vefasızlık.
Doğayı, insanı itlaf
etmekte bir sakınca göremeyen,
"Kendini
Bilmek" yerine, şişkin egolu "bir ben bilirim"cilik.
Zayıfı ezmenin getirdiği
kibir, ihtiras, makam, mevki,
önü alınamaz istekler
manzumesi.
Kendi bilebildiklerinin
dışındaki fikirlerin varlığına,
onu yok edecek kadar
tahammülsüzlük.
"Yılların, genleri
evrimleştirmesi ya da değiştirmesinde etkisiz faktör" olmasını
kanıtlarcasına; Temmuzların birindeki bir günde, soyuna öykünürcesine kanlı...
özür dilerim Şanlı bir sayfayı resmi tarihe yazdırmak adına, karşılarında duran
bir alay güzel sesli kekliğin ümüğüne basmayı Sultanlık bilirler. Adeta sunak
taşına yatırıp ilahlara kurban etmenin ilkel şevkini, cehaletin
tiftikleştirdiği salyalı isteklerine erişmenin selinde insanlığı boğmaya
kalkışırlar, kendilerinin yarattıklarıymışcasına canlarını almanın inançsızlığının aymazlığında.
Bu eylem her ne kadar
Tanrı adına yapıldığı ileri sürülse de, aslında Yaradan için değil din adına
hatta, mezhepçilik niyetiyle yapıldığı gün kadar aşikar. Zira; Yaradan her şeye
Kadirse, yaratmasını biliyor da yok etmekten mi aciz. Yoksa, onun adına katliam
yapan; kendini Yaradan ile aynı mı görüyor, kendisine eş mi tutuyor?
Öyle veya böyle ama
sonuçta; Yavuz Selim’in garip ihtirasını tatmin edecek utanç sayfası, tarihteki
yerini alıyor. Her ne kadar resmiyete kavuşmadığı iddiasıyla tarihten
sayılmadığı öne sürülerek, güzel öten keklik başıymışcasına sayfayı koparmanın şark kurnazlığıylaiz kaydı yok edildi sanılsa da, kavak ağacının
ardına saklanmış filin kuyruğunu sallamasını sürdürmesi, gagasından peynir
düşürmüş kargayı geçememekte.
Tarihe bu kara 2 Temmuz gününü
yazdıran, bu kör inancın tümüyle körleştirdiklerini; Simsiyah, Kapkara Lanetliyorum.
ahb
İşte; tarihin bu kara gününde, beyzaya gönül açmış o
güzel keklikler, bülbüller...;
1) Behçet Sefa AYSAN Şair - Ankara 2) Yeşim ÖZKAN Sanatçı - Ankara 3) Nurcan ŞAHİN Sanatçı - Ankara 4) Muhibe AKARSU Misafir - Ankara 5) Muhlis AKARSU Sanatçı - Ankara 6) Murat GÜNDÜZ Sanatçı - Ankara 7) Handan METİN Sanatçı - Ankara 8) Ahmet ÖZYURT Sanatçı - Ankara 9) Huriye ÖZKAN Sanatçı - Ankara 10) İnci TÜRK Sanatçı - Ankara 11) Özlem ŞAHİN Sanatçı - Ankara 12) Yasemin SİVRİ Sanatçı - Ankara 13) Asuman SİVRİ Sanatçı - Ankara 14) Uğur KAYNAR Şair - Ankara 15) Sehergül ATEŞ Sanatçı - Ankara 16) Gülender AKÇA Sanatçı - Ankara 17) Gülsün KARABABA Sanatçı - Ankara 18) Mehmet ATAY Sanatçı - Ankara 19) Hasret GÜLTEKİN Sanatçı - Sivas 20) Serkan DOĞAN Sanatçı - Ankara 21) Muammer ÇİÇEK Sanatçı - Tokat 22) Belkıs ÇAKIR Sanatçı - Ankara 23) Asaf KOÇAK Karikatürist - Ankara 24) Edibe SULARI AĞBABA Misafir - İsviçre 25) Menekşe KAYA Sanatçı - Ankara 26) Koray KAYA Çoçuk - Ankara 27) Serpil ÇANİK Sanatçı - Ankara 28) Erdal AYRANCI Yönetmen - Ankara 29) Asım BEZİRCİ Yazar - Ankara 30) Sait METİN Sanatçı - Ankara 31) Carina Cuanna THUIJS Misafir - Hollanda 32) Nesimi ÇİMEN Sanatçı - İstanbul 33) Metin ALTIOK Şair, Yazar - Ankara 34) Kenan YILMAZ Otel görevlisi - Sivas 35) Ahmet ÖZTÜRK Otel görevlisi - Sivas
Günlerden öyle bir gündü; Üstüne tarih düştüğüm. Gözümün önüne geldi birden Balkıyan güzel yüzün.
Ve yüreğim yandı söndü, Ter bastı avuçlarımı. Bir işlek kovan uğultusu Kapladı kulaklarımı.
Uzandım usulca cigarama; Yavan ömrüme katık. Ben o gün öldüm gülüm, Bir daha ölmem artık..
"Düşünceler,
insanların dillerine vurur.
Bundandır, ben de her sabah
Güneş doğmadan;
akşamdan kalma bu çarpışmalardan
yerlere saçılmış kelimeleri toplarım.
İşte yazdıklarımın tümü bu..."
VITRIOL
-
VITRIOL: Visita Interiora Terræ Rectificando Invenies Occultum Lapidem
Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli
taşı (fel...