Son
günlerde, gündeme boğazımızın üzerine Sultan gibi bağdaş kurdurulan Yavuz Selim’in,
İskender’in kördüğümü kılıçla kesme ince zekasına nazire yapsın diye, belki de
hiç yaşanmamış bir öyküsü sanal ortamda kasten dolandırılmakta. Önce bu kıssa
olmasa da, hisseyi almak adına okuyalım derim.
-----------------------------------------------------------------------------------------
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI:
Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir
tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir.
Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100
altındır.
Yavuz Sultan Selim sorar:
...-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?
Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.
-Ver o kekliği bana! der.
Herkes şaşkınlık içinde
napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve
der ki:
-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!
------------------------------------------------------------------------------------------
Son ünlemle birlikte ben
de hayrete düşerek ve
cehaletimin hoş görüleceği
inancıyla, anlayamadığım bir ikileme düştüm:
Orta yerdekine akıl
diyeceksek bu,
hangi beyinden çıkmakta;
kuştan mı, Sultan'dan mı?
Biz; oldum olası iyiyi
de, iyi işi de, iyi iş yapanı da sevmeyiz.
Bu topraklardan su içmiş
herkes bunu bilir.
Yalnızca sevmesek
razıyım, üstelik bir de yetmezmiş gibi,
yok etmenin derdine
düşeriz.
Güzel ötmeyi çirkinlik
diye görmekle yetinmeyip,
bertaraf etme cüreti
bizim topraklara özgü olsa gerek.
Belki Sultan'ın
Sarayında yankı bulamasa da,
kekliğe şöylesi bir
türkü düzen de var bu toprağın yetiştirdiği;
Keklik dağlarda çağıldar
Yavrum diye diye ağlar
Günden güne yansa dağlar
Yavrum diye diye ağlar
Günden güne yansa dağlar
Görenlerin bağrı yanar
Keklik bizden uzaklaştı
Yolumuz sarpa dolaştı
Hünkâr Kal'asını aştı
Belki yavrusuna kavuştu
Keklik küsme barışalım
Yuvamıza kavuşalım
Senden ötmek benden gitmek
Yolumuzda ağlaşalım
Ağlarım ben kekliğime
Seherde öten bülbüle
ipeklenmiş tüylerine
Yanaktaki benlerine
Ağlarım ben kekliğime
Yolumuz sarpa dolaştı
Hünkâr Kal'asını aştı
Belki yavrusuna kavuştu
Keklik küsme barışalım
Yuvamıza kavuşalım
Senden ötmek benden gitmek
Yolumuzda ağlaşalım
Ağlarım ben kekliğime
Seherde öten bülbüle
ipeklenmiş tüylerine
Yanaktaki benlerine
Ağlarım ben kekliğime
Sultan bu türküyü kekliğin sesi kadar net
duysa da, dirayetini sürdürüp kafasını koparmaktan vaz geçmediği anlaşılmakta.
Bunun yanı sıra Sultan olmakla Sultanlık yapılmadığının numunesi olsa gerek,
anlatılan olay insanoğlunun avcılık yaptığı çağlara uzanan çok eski bir yöntem.
İlk kez duyması, Sultan'ın av ve avcılık konusundaki konumunu ya da "her
şeyi bilirim"e inat günlük temel bilgilerden yoksun olduğunun göstergesi.
Saray bu erzak ganimetle geldiğinden olsa gerek, o dönem için avın avcı için ne
anlama geldiğini bilmemesi de ayrı bir ariflik. Evin günlük iaşesinden olan
mahrumiyetle gelen sefalet, böylesi nedenlerle o yıllarda da revaçta olsa
gerek. Yoksullaştırma atalarından süregelen bir soya çekim olsa gerek.
Ancak; Sultan keklikle yetinmeyip,
Çaldıran savaşı öncesi yol üzerindeki
kendi toprakları üzerindeki köyleri basıp katlettiği 40000 Alevi'nin envanteri tarihe,
kanlı bir şan katar.
Aynı yüzyılın ilerleyen yıllarındaki aynı
beyinler;
Pir Sultan Abdal'ı güzel ötüşlü sınıfına
sokup darağacında sallandırır.
Geçen yüzyılda da aynı senaryo Nazım
Hikmet için yazılsa da,
sahneye tam konacakken şair ellerinden
uçuverir.
Dediğim gibi memleketin havasında var,
suyunda.
İnsanlık evrimleşirken biz nasıl becerebiliyorsak,
geriye doğru mehteranın adımlarına kapılıp
aslımıza rücu ediveriyoruz.
Belki de bu iki ileri bir geriyle aklımızı
kıpırdatmama hassiyetine katkısından ötürü olsa gerek, Mehter Marşı’nı yaşamın kutsal
bir aşk şarkısı niyetine liste başından indirmeyişimizdeki inat.
Oysa; Pir Sultan Abdal asılmadan önce
(hainlik bunun neresindeyse anlamış değilim) dizelerinde şöyle çağlamış:
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir.
Nemrud gibi Anka n'oldu
Bir sinek havale oldu
Davamız mahşere kaldı
Yarın bu senden sorulur.
Şah'ı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Han'a
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Hafid-i Peygamber'im has
Gel Yezid Hüseyin'imi
kes
Mansurum beni dara as
Ben ölünce il durulur.
Ben Musa'yım sen Firavun
İkrarsız Seytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür,
dirilir.
Son satırındaki gibi;
yoldaki vatandaş bugün
Hızır Paşa'yı tanımaz ama,
ya Pir Sultan Abdal'ı ?
Meşhur hikayedir,
Nazım'ı tutuklayan Bursa
Emniyet müdür'ünün adının,
hoş sadayla o gün
kubbeden düşmesi.
Kısaca; güzel öten
kekliğin başını koparmak,
onu gerçekten öldürmeye
yeterli gelmiyor.
Rahmetli cahil dedemin
bir sözünü hatırladım;
"B.k sineğini b.kun
üzerinden alıp gülün üzerine koyarsan bir dakikada ölür"
Torunu olarak onun
söylemine ilave yapıyorum;
"niyet b.k sineğini
öldürmekse, al gül yaprağının üzerine koy.
Ama kuşku yok b.k, orta
yerde tütmenin keyfini sürdürecektir"
Öncelikle iktidarını
koruma hırsına kapılıp iki Kardeşini boğdurması
(ki rivayete göre
babasının barışseverliğini miskinlik diye yorumlayarak, zehirlediği kimi
kaynakçalarda yer almakta)
Tanrı'ya inanan insanın,
önce onun yarattıklarına saygı duymaması,
İnsanlık için değil
insan (kendisi) için yıkması, dökmesi, asması, kesmesi, (hatta bir kaynakçada
övünülerek söylendiği gibi) taş üzerinde taş bırakmaması,...
Özellikle insan olmanın birincil
görevlerinden, amaçlarından,
hatta ideallerinden biri
olan,
taş üzerine taş koymakla
adeta nazire yaparcasına çelişmekte.
İnanç ayrılığına
saygısızlık,
Bağlı bulunulan aynı din
içinde ayrımcılık, dayatmacılık.
Güzel bir kuş sesini
dinlemekteki vefasızlık.
Doğayı, insanı itlaf
etmekte bir sakınca göremeyen,
"Kendini
Bilmek" yerine, şişkin egolu "bir ben bilirim"cilik.
Zayıfı ezmenin getirdiği
kibir, ihtiras, makam, mevki,
önü alınamaz istekler
manzumesi.
Kendi bilebildiklerinin
dışındaki fikirlerin varlığına,
onu yok edecek kadar
tahammülsüzlük.
"Yılların, genleri
evrimleştirmesi ya da değiştirmesinde etkisiz faktör" olmasını
kanıtlarcasına; Temmuzların birindeki bir günde, soyuna öykünürcesine kanlı...
özür dilerim Şanlı bir sayfayı resmi tarihe yazdırmak adına, karşılarında duran
bir alay güzel sesli kekliğin ümüğüne basmayı Sultanlık bilirler. Adeta sunak
taşına yatırıp ilahlara kurban etmenin ilkel şevkini, cehaletin
tiftikleştirdiği salyalı isteklerine erişmenin selinde insanlığı boğmaya
kalkışırlar, kendilerinin yarattıklarıymışcasına canlarını almanın inançsızlığının aymazlığında.
Bu eylem her ne kadar
Tanrı adına yapıldığı ileri sürülse de, aslında Yaradan için değil din adına
hatta, mezhepçilik niyetiyle yapıldığı gün kadar aşikar. Zira; Yaradan her şeye
Kadirse, yaratmasını biliyor da yok etmekten mi aciz. Yoksa, onun adına katliam
yapan; kendini Yaradan ile aynı mı görüyor, kendisine eş mi tutuyor?
Öyle veya böyle ama
sonuçta; Yavuz Selim’in garip ihtirasını tatmin edecek utanç sayfası, tarihteki
yerini alıyor. Her ne kadar resmiyete kavuşmadığı iddiasıyla tarihten
sayılmadığı öne sürülerek, güzel öten keklik başıymışcasına sayfayı koparmanın şark kurnazlığıyla iz kaydı yok edildi sanılsa da, kavak ağacının
ardına saklanmış filin kuyruğunu sallamasını sürdürmesi, gagasından peynir
düşürmüş kargayı geçememekte.
Tarihe bu kara 2 Temmuz gününü
yazdıran,
bu kör inancın tümüyle körleştirdiklerini;
Simsiyah, Kapkara Lanetliyorum.
bu kör inancın tümüyle körleştirdiklerini;
Simsiyah, Kapkara Lanetliyorum.
ahb
1) Behçet Sefa AYSAN Şair - Ankara
2) Yeşim ÖZKAN Sanatçı - Ankara
3) Nurcan ŞAHİN Sanatçı - Ankara
4) Muhibe AKARSU Misafir - Ankara
5) Muhlis AKARSU Sanatçı - Ankara
6) Murat GÜNDÜZ Sanatçı - Ankara
7) Handan METİN Sanatçı - Ankara
8) Ahmet ÖZYURT Sanatçı - Ankara
9) Huriye ÖZKAN Sanatçı - Ankara
10) İnci TÜRK Sanatçı - Ankara
11) Özlem ŞAHİN Sanatçı - Ankara
12) Yasemin SİVRİ Sanatçı - Ankara
13) Asuman SİVRİ Sanatçı - Ankara
14) Uğur KAYNAR Şair - Ankara
15) Sehergül ATEŞ Sanatçı - Ankara
16) Gülender AKÇA Sanatçı - Ankara
17) Gülsün KARABABA Sanatçı - Ankara
18) Mehmet ATAY Sanatçı - Ankara
19) Hasret GÜLTEKİN Sanatçı - Sivas
20) Serkan DOĞAN Sanatçı - Ankara
21) Muammer ÇİÇEK Sanatçı - Tokat
22) Belkıs ÇAKIR Sanatçı - Ankara
23) Asaf KOÇAK Karikatürist - Ankara
24) Edibe SULARI AĞBABA Misafir - İsviçre
25) Menekşe KAYA Sanatçı - Ankara
26) Koray KAYA Çoçuk - Ankara
27) Serpil ÇANİK Sanatçı - Ankara
28) Erdal AYRANCI Yönetmen - Ankara
29) Asım BEZİRCİ Yazar - Ankara
30) Sait METİN Sanatçı - Ankara
31) Carina Cuanna THUIJS Misafir - Hollanda
32) Nesimi ÇİMEN Sanatçı - İstanbul
33) Metin ALTIOK Şair, Yazar - Ankara
34) Kenan YILMAZ Otel görevlisi - Sivas
35) Ahmet ÖZTÜRK Otel görevlisi - Sivas
Günlerden öyle bir gündü;
Üstüne tarih düştüğüm.
Gözümün önüne geldi birden
Balkıyan güzel yüzün.
Ve yüreğim yandı söndü,
Ter bastı avuçlarımı.
Bir işlek kovan uğultusu
Kapladı kulaklarımı.
Uzandım usulca cigarama;
Yavan ömrüme katık.
Ben o gün öldüm gülüm,
Bir daha ölmem artık..
Metin ALTIOK
Yanan 35 Aydından yalnızca biriydi.
Konu ile bağlantılı 2 Temmuz 2011 tarihli yazı;
Alevler Hala Küllenmedi
Yanan 35 Aydından yalnızca biriydi.
Konu ile bağlantılı 2 Temmuz 2011 tarihli yazı;
Alevler Hala Küllenmedi
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Haluk'cuğum,uzun süredir Blokuna fırsat bulub da bakmayı ihmal etmiştim. Bugün Yavuz Selim den başlayıp Sivas olaylarını hatırlayıp, Sultanlığa Oynamak isteyenlerden; Keklik Dağlarda çağlar Türküsünün yazarı ve bestekârı hemşerim Malatyalı Fahri den çıkışınız beni hayli eski ve tarihi olaylara taşıdı, böylece de çok güzel temaları işleyen yazılarınızı da okumuş oldum.Sevgiler.
YanıtlaSil