3 Mayıs 2016 Salı

Kendi Kulağının Sesini Açabilmek...

 Deniz'lerin anısına, "Aranjuez"


Hani; Mayıs’ın maviliğe estiği, koyu bir karanlığın gecesine düştüğü günlerden biriydi, yıldız ve ay o gece pırıl pırıl parlasa da dibini aydınlatamadığı, kör koğuşlara süzülemediği, nefes almanın da vermenin de zorluğunda, birisi bir cigara yaktı dumanını havaya üflerken gördüklerinin keyfini çatarcasına. Diğeri; kalem kırılırken avcunun içini de morarttığından ellerini ovuşturmakla meşguldü. Bir başkası, tarihi bir köşkte somya yayıyla, çevirmeli telefonla, su borularıyla, gazoz şişeleriyle ABD yardımı “know-how”ların kılavuzluğunda kendi özgün tasarım arayışları için “workshop” yapmayı sürdürüyordu. Birileri de; sessizlik içerisinde sergilenenleri dehşet içinde seyredenlere “iyi polis”i “kötü polis”i oynuyordu. Basit bir dille; “Ortada var bir vatan, içinde var bir düşünen; biri tutmuş, biri kesmiş, biri pişirmiş, biri yemiş, biri de ABD'den gelip hani bana, hani bana demiş”ten öteye gitmediği o ağır günlerde.

Dedim ya; belki de sıradan insanlar, düşlerinde birbirlerinden farklı rüyalara çoktan bürünmüş, karanlık izbe köşelerde her tür pazarlık tüm kızışmışlığını olanca hızıyla sürdürmekte, terfi/tayin/ihale için beller istendiği yönde eğilmekte, senaryolarda kullanılacak yasal ve yasadışı silahlar ayrı ayrı tezgah altlarında hızla el değiştirmekte, barolar mahkemelerde, gazeteciler kapatılan gazetelerinde, yazarlar kitaplarında, öğretmenler okullarında, öğrenciler yurtlarında, analar cezaevlerinin koğuş, babalar emniyet saraylarının 5. katlarındaki pencerelerinin altındaki haykırışlarının sessizliği çökmüştü şafağı atamayan sabahına.

Söylentiye göre; 10 yıl öncesi, memleketi donuna kadar pazarlayıp ABD'nin zavallı bir marabası olmasına katkı verenlere karşılık bir misilleme olduğu ileri sürülür. Kısaca, ABD eteği öpenlerle, tepenlerinin bir kez daha karşı karşıya gelişiydi. Üzerinden geçen yıllar yürütücülere, yargıcılara, sorguculara olan katkısı tartışmasız oldu; ülkenin doğasına aykırı gelse de dokunulmazlıkları, malvarlıkları, arkalıkları, arpalıkları, yağdanlıkları her ne hikmetse “nacar” saat kadar tıkırında işleyegeldi. Müsebbiblerin çoğu göçse de, bırakılan bataklık mirasında artık daha dolgun, daha semiz larvaların baş göstermelerine şaşırmamak gerek.

Kısaca; günümüz emperyalizminin ağababası ABD'ye ne kadar zorda kalınsa da bir türlü “hayır” demeyi beceremeyen solcularla, İsrail ile tarihinin en dostane ticari ve ticani ilişkisine giren ılımlı islamcılarla, kendi aralarında her tür sapkınlığı yaşayan şeriatçılarla birlikte geçiriyoruz günlerimizi. Bir yanda; ABD'nin desteği ile Sosyalist bir ülke kurulabileceğinin cehaletinde hayalini gerçekleştirmeye kalkışan toprakağaları, şıhlar ve onların marabaları. Diğer yanda; itirazsız köleleştiğinin bilincinde ABD'yi bir islam ülkesi olduğunu öne sürmenin yarattığı çelişkiye bile aldırmayanlar, algılayamayanlar. Bir de; her ne pahasına olursa olsun ABD ve her tür sömürgeciliğin karşısında duranlar.

Ha, o yıllarda Sam Amca ya “ılım”ı ya da “islam”ı aklına getirmemişti henüz. O daha sonraki yıllara denk gelir, en gevrek sömürmenin hamurunun “İslamın ılımlısı” olduğu, hatta ılımsızını bile kendi elleriyle yetiştirir, ellerinin içinde kaybediverir, “Şeytan götürmüştür herhalde” niyetine arar durur ıssız çöllerde.

Tüm bu sözü edilenlere boğulmuş gecenin bir vaktinde, ceplerinde filtresiz bir paket cigaraya yetecek servet taşıyan, yüreğiyle savaşıp aklıyla düşünen, okumaktan gocunmayıp söylemekten korkmayan, diri, körpe, bahar çocuklarının ümüklerine çöktüler karanlığın en koyusunda, en kuytusunda. Boğazlatanlar, sırtlarındaki Sam Amca’nın güvencesinde arenadaki gladyatörün arslanların ortasında parçalanması, bilgili bir cesareti ilkel bir cehaletin çullanarak linç etmesini, ardından geleceklere gözdağı vermek uğruna silahların soğuk gölgesinde keyifle seyrederlerken; hiç utanmadılar, hiç korkmadılar, hiç çekinmediler, hiç geri adım atmadılar tıpkı, iplerin ilmiklerinde savunmasız, korunmasız asılanların sıcak ve kırmızı cesaretlerinde. İlerleyen yıllarda, kültürsüzlük boşluklarında rahatça yuvalanabilen akımlarından kedi boğazlayan Satanistler kadar bile tepki görmedi, Sadist duyguları bilenmiş o günlerin bu Faşistleri. Öyle ki; kimileri bir cigara bile tellendirdi, kırılan boyun kemiklerinin sesleri, çırpınan genç bedenler, hırıltılar, katledilmelerine neden olabilecek bir suç da bulunamamış bu cesur yürekler karşısında. Sonraki yıllarda, sadık uşak, taşeronların daha uzun soluklu hizmet etmelerini sağlamak amacıyla mıdır bilinmez, tütüne yasak kondu. Günümüzde süren davaların ömrünün, bir insan ömrünü aşacağı iddia edilmekte olduğuna bakıldığında, inandırıcı gelmiyor da değil hani!

Bu yazıya müstehzi bakışlarla bakanların dışındakiler için; ABD ve Emperyalizmi lanetleyen bir cümleyi, kulaklarınızın duyacağı yükseklikte kendi sesinizle seslendirin, üzerinizde parka, ayaklarınızda postal, boynunuzda ip olmasa da tıpkı, Deniz, Yusuf, Hüseyin’in son sözlerinde katliamdan mesul Elverdi’lerin suratlarına tükürürcesine haykırdıkları gibi;

“KAHROLSUN AMERİKAN EMPERYALİZMİ, YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE”

Sevgilerimle... 
ahb

6.5.2010  (tarih eski gözükse de, yazı paylaşılmadığı için yeni denebilir)

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder