10 Şubat 2018 Cumartesi

Bir başına...


Palamar içten içe çürümüş meğerse,
Çımasını boynuna doladığı babanın bundan hiç haberi olmasa da.
“Kalk gidelim” köpükleri cıvıldaşırken uskurda
akla bile gelememiş, iskeleye bağlı olduğunun unutkanlığında.


Zaten tuzlu su yapmış yapacağını;
kalafata da, mizanaya da, çımaya da.
Kalmış gerisi bir bahaneyle orta yerinden alargada kopmaya.


Aldanıp, gölde süzülen beyaz kuğu edasıyla
deryada da inanmak aynı namın salınacağına,
bodoslama çarpmadan az önce sarp kayalıklara.


Omurgasız kaburgaları üzerinde çürürken yalımda.
Paslanmış bir abidenin kibiriyle;
pusula ibresiyim derken ibretlik olmak,
ölmeye yatarcasına damarları boyunca yol yol yok olmak
çapa atacak dermanın yoksulluğunda,
soğuk bekar yatağıymışcasına tek başına
devrilip yan yattığı kimsesiz tenha kumsalda.


Sevgilerimle...

ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

19 Aralık 2017 Salı

Gençliğim

 
Görüyor musunuz denizin gerisinde 
Kumsalda hayli uzakta bir ev var 
Tek pencereli bir ev 
İçerde bir iskemle 
Üzerinde Gençliğim 

Bir yatak, bir yorgan, bir kırık masa 
Bir ip sallanır boynumda 

Odama Sımsıcak iklimlerle geldiniz 
Gözleriniz kararlıysa sevmeye, sevilmeye 
Bu gece sabaha dek ipi siz çekeceksiniz 
Sımsıcak Deniz, 
Gidemediklerimiz... 

Hür Yumer


Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

6 Kasım 2017 Pazartesi

bu akşam uzaklara bakmak...

Yazarının kendi seslendirdiği bir görsel...

bir orospuluk var bu şehrin üstünde bu akşam
adını koyamadığım doğru dürüst, tadına varamadığım
korkudan gözüne bakamadığım bir orospuluk

boğaz olmuş ağır ağır sallıyor kalçalarını
köprü olmuş ışıl ışıl bir gerdanlık takınmış kahpe boynuna
hüzün olmuş oturmuş arnavutköy'de bi garsoniyerin penceresine
hasret olmuş ilişivermiş kucağıma binbir cilveyle
rüzgar olup ince ince öpücükler kondurmada her yerime
çocukluk düşlerimden sıyrılıp gelen komşumun kızı
yanağımdan öperken ölüyorum sandığım ortaokul aşkım
resmi geçitte bütün foyalarım
ölüyor muyum ne?

bir orospuluk var bu şehirde bu akşam
iliğimde kemiğimde her yerimde bir utanmak
ne mümkün böyle bir durumda hayata tutunmak
vazgeçip her şeyden kaçasım var bu şehirden yalınayak
kim bilir kaçıncı kez koşasım var ardıma bakmadan
ben bu oyunda yokum ulan! diye bağırarak

yok yok, bir orospuluk var bu şehirde bu akşam
kaçarım kurtarırım yok başıma iş açacak
bedavaya durduk yere beni zıvanadan çıkaracak
kapısından içeri kimsenin girmediği bir meyhaneyim bu akşam
bedeli neyse ödedim kapattım kardeşim
eski bir taş plak koydum gramofona
iğnesi tenimi çiziyor
müzeyyen hanım ruhumu
kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
gemiler geçiyor çok uzak
gemiler geçiyor yüzümü yalayarak
sokak sokak sırtını dönüyor bana bu istanbul
sevişmek istiyorum "yorgunum başım ağrıyor" diyor
"oldu o zaman boşanalım" diyorum
hayatımı istiyor nafaka olarak

bir vapurun leşi yatıyor arnavutköy iskelesi'nde
ışıkları can cekişmede
martılar almış ölümün kokusunu üşüşmüşler üzerine
vapurun kanı akıyor şehrin sokaklarında, kıpkızıl, ışıl ışıl
karışmış ortalık, vapurun katili aranıyor
polis sabıka kaydından dört kişinin adını buluyor
attila ustadan eşkalini alıyorlar
dördü de sabıkalı vapur katili
ay seyre durmuş cümbüşü
elektrik direkleri selama durmuş vapurun başında
karanlığı yaklaştırmıyorlar
insanlar
insanlar hiçbir şey olmamış gibi yapıyor
aslında deli gibi korkuyorlar
gözlerinden okunuyor
benimse kılım kıpırdamıyor
çok gördüm böyle cinayetleri

bir orospuluk var bu şehirde bu akşam
adını koyamadığım, tadına varamadığım
korkudan gözüne bakamadığım bir orospuluk
ne kadar makyaj yapsanız da kapatamazsınız ruhunuzun pisliğini
hepimizi çıkartıp apış arasından sokaklarına salmadı mı lan bu şehir
emmek için saldırdığımızda bereketli memelerine
adam kayırmadı mı
saldırtmadı mı üzerimize iti köpeği
ezmedi mi bizi yavaş yavaş

biz
birkaç zibidi
bi avuç baldırı çıplak
birbirimizi omuzlayarak buz gibi yalnızlıklarda
bir umut ısınabilmek sevdasıyla sarılmadık mı ucuz şarap şişelerine
sarhoş olup kusmadık mı çeyizlik çarşafların üzerine
içimizde çocuk, çocukluk namına ne kaldıysa
söküp ciğerlerimizden atmadık mı
nihayet sevdalandığımızda bir kızın pırlanta yüreğine
onu da kendine benzetip orospu yapmadı mı bu istanbul

ah ulan koca şehir! hepsi senin suçun
beceriksizliğin, çaresizliğin
bir orospuluğu var bu akşam bu şehrin
adını koyamadığım korkudan yüzüne bakamadığım bir orospuluk
yok yok, başıma iş açacak
benden önce de orospuydu istanbul
benden sonra da olacak

koray şahinbaş

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

5 Kasım 2017 Pazar

Sırttaki hançerleri, hastenenin hangi bölümü çıkarır ki?

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

21 Haziran 2017 Çarşamba

Dünler Düş Oldu


Bir yaz gecesinin bir kış gecesinde özlendiği, yorgunluğun öylesine içe çöktüğü bir akşamın izbesinde; bacaların püskürttüğü kükürtün genizleri yaktığı, günün incir çekirdeği çekişmelerinden bitap düşmüş bedenin acınacak haliyle, belki de sığınacak bir liman arayışıydı cesaretten yansıyan yürekteki o kıvılcımlar. Henüz bilinmiyordu birazdan teknoloji kullanmaksızın anılacak siyah beyaz film şeridinin acalesiz nasıl izleneceği. Tesadüf bu ya, solunacak iki nefes taze havanın gün boyu ciğerlere iskan etmiş nikotin dumanı ile yer değiştirme niyetine güvenip, kulpuna asılınmış pencereyi açtığında ardına kadar, zemheride birden yüzüne çarpan mevsimini şaşırmış eski bir yaz akşamı serinliğiyle başbaşa kalıverdi, tanıdık kokuların İspanyol dilberi fütursuzluğunda beynini mıncıklamasına ses bile çıkarmaksızın. Film daha önce yaşanarak görüldüğünden beden çoktan kendini gönül rızası ile gözünü kapatıp teslim etmişti bile, sonraları tecavüz iddialarına kalkışamama mütecavizsizliği kıvamda.
Loş bir aydınlıkta, ayak altında ezilen çakıltaşlarının çıkardığı seslere, ayçekirdeğinin, kabakçekirdeğinin tuzlu tuzlu kavutunun dumanı karışıyordu, renkli ampullerin direkler arasına gerdirilmiş iplere çamaşır gibi asılmış sallantıları gözlere batarken. Küçük, kemerli, ışığı dışarıya yansıyamayan bir pencerenin önünde bel bükülerek alınacak biletler için, sıra aralığının sıranın kendisine gelmesiyle ilişkisizliğinin bilinciyle, arkadakinin nefesini öndekinin hissetmediği boşluklarla kuyruğa giriliyordu, bir kaç metre sonra orta yerlerinden yırtılmaları kaçınılmaz olsa da. Bu, küçük bir çocuk için geçirilecek keyfli gecenin belki de en vahşi sahnesiydi, yeninin daha eskimeden çöp yerine konulmasının o yıllarda bir savurganlık sayılmasının haklılığında. İşin erbabı olmayan çekirdekçiler leblebiciler, gazete kağıdından kıvrılmış külahlarda satıyorlardı önlerindeki küçük torbalardan çay bardağıyla doldurduklarını, sıcak sıcak. Üstelik satış aralarında anamallarının öncelikle kendileri tarafından tüketilmesi, gözlerin henüz paraya bürünmediğinin en çarpıcı kanıtıydı, daha sonraki yıllarda bunun tersi moda olsa da.
Açıkhava sinemaları genelde, bir şilebin kaptan köşkü görünümünde, dar, iki katlı, dıştan eğreti bir merdiven ile tırmanılan üst katındaki projeksiyonlu film makinasını taşıyacak dayanıklılıkta, tuğladan örülmüş tek bir yapıdan oluşurdu. Alt katının sinema içi büfe, dışı ise gişe olarak kullanılırdı. Yukarı kattaki makine dairesinin küçük mazgal deliğinden fırlayan firari ışık seli tam karşısında birbirine dikilmiş beyaz patiska çarşafların gerdirildiği sinema perdesi üzerinde resim olurdu, kimi sert rüzgarlar estiğinde perdeye yansıyan görüntü dalgalanıp rüya izlenimi verse de. Dışarıdan görülemesin diye zemindeki çakıltaşlarının beyazlığına inat, çepeçevre rengarenk yüksek tahta korkuluklarla perdelenirdi, istenirse kaykılmış görüntüye razı olunarak dışarıdan kaçak seyredilebilinse de.
Biletli seyircilere göre en şanslı insanlar; hemen yanıbaşlarındaki az katlı evlerde oturan mahalle sakinleriydi kuşkusuz. Ancak balkonlarında loca görüntüsünde koltuklarına rahatça oturanlar gönlünce yiyiyor, keyfince içiyor, sinemadaki biletli seyircilerin her gördüğünü görüyor gözükseler de; hepsi tek bir kalasa çakılı bir sıra üzerindeki tahta iskemlelerde, hamile ya da pusetlilerin sıra başlarında, anaların çocuklarının enselerine bir şaplak atımı uzaklıkta oturmasını, iskemlelerin oturmalığı ölçüsünde motifli dokunmuş küçük kare halıların evlerden koltukaltlarında taşınmasını, karşıki evdeki komşularla uzaktan başla, gülümsemeyle, oturulan yerden eğilerek uzaktan selamlaşmasını, delikanlıların, gençkızlarla onca kafanın gölgesine rağmen cam gibi gözlerle bakışmasını, bakışmanın ortasına giren babanın gözleriyle birlikte kaçışmasını, kalabalıktan kaybolup bulunmuş ağlak çocukların “puf puf lütfen dikkat...” diye anons edilmesini, Mabel Arapkızı sakızların ağız içlerinde çıtlatılarak hatta şişirilip iki dudak arasında patlatılarak dedikoduların yapılmasını, yaşlı dulların uzaktan birbirlerine gösterilmesini, gongla birlikte kafalar arasından en iyi görüntüye sahip konuma geçerek gez göz arpacık misali kımıldamadan mevzilenmesini, günün sıkıntılarını yaktığı filitresiz sigara dumanına doldurup esen akşam yeline bırakmasını ve dile yapışmış tütünlerin parmakucuyla ustaca toplamasını, fragmanlar seyredilirken “Bu filmi görmüştük... ayy çok güzeldii...” ya da “Hatırlıyor musun?, hani bilet bulmadığımızdan kaçırmıştık ya...” diyerek bir kaç gece sonrasına “iyi... geliriz” diye karar verilmesini, aradan birisinin ayağını titretmesiyle birlikte sandal içinde deniz tutmuşcasına sallanılmasını, “lütfen sallamayalım...” uyarısıyla yerini dinginliğe terk etmesini, arka sırada oturan ve kendini filmin heyecanına kaptırmış üç numara traşlı çocuğun ağzından sıcak, ağdalı tükürüğüyle püskürttüğü çekirdek kabuklarının yapışmış enseden söylenerek ayıklamasını, ışıkların sönüklüğü ve ortamın havadarlığı fırsat bilinip çaktırmadan çıkarılmış ayakkabılardan tüten ayak kokusunun esen akşamsefası kokusuna karışmasını, “on dakika ara” yazısının bile perdede durmak istemezmişcesine geldiği gibi aniden kaybolmasını, yanan ışıklarla birlikte olanca sessizliğin şişe açacağının tersiyle patlatılarak açılan sade gazozların kokusuna terketmesini, “yok mu, soğuk su içeen...” diye mahalle çeşmesinden doldurulmuş testilerin diz üzerinden cam bardaklara dökülüşlerindeki serinliğini, içilen gazozlara leblebilerin boca edilmesini ya da bir torba leblebi tozunu tümüyle ağzına boşaltığından tıkanıp nefes alamayan çocuğun sırtına, durumun vehametine eş şiddette söylenerek vurulmasını, baş yukarı çevrildiğinde hışırdayan yaz yaprakları arasından görünen ayın ve yıldızların seyredilmesini ya da mehtap çıkmışsa dua bile edilmesini, çalan gongla birlikte büfeye akan kalabalığın tahta iskemlelere doğru yön değiştirmesini, tuvaletten geç çıkıp da yolunu şaşırmışların “burası benimdi sanırım” diye karanlıkta tanımadığı birilerinin kucağına istemeden oturmasını, bir ağızdan saf komikliklere gülünmesini, veremli kıza gözyaşı dökülmesini, tecavüzcüye beddualar edilmesini, film karelerinin birinin diş atıp takıldığında perde üzerinde donmuş görüntüdeki küçük kahverengi beneğin genişleyerek tüm kareyi sararak yanışını seyretmesini, ardından kıpırdaşan karanlıktan gökyüzüne taşan ıslıklar arasından “Makiniist..” diye seslenmesini, filmin en heyecanlı sahnesinde mahalle camiinin minaresine bağlanmış hoperlöründen ezan sesinin duyulmasını, yakınındaki trenyolundan geçen banliyö treninin takırtılarını, üstüne yetmezmişcesine lokomotifin bir de onlar için çaldığı düdüğün ya da yanıp sönen ışıklarıyla tepeden geçen kanattan motorlu nakliye uçağının homurtusunun filmin en can alıcı konuşmalarını bastırmasını, hüzünlenmiş yürekler, ağlamaktan kuruyup şişmiş gözler, yüze çökmüş uyku mahmurluklarıyla en etkili müzik perde ardından yankılanırken “son” yazısının karaca ürkekliğinde perdenin önünde titremesini, ayağa kalkanların mırıltılarla uyuşmuş diz, bilek ve bel ağrılarından sızlanmasını, uygunsuz yerlere sıkışmış donların hep birlikte ayağa kalkıştaki sıkışıklığın görüntüyü perdeleyeceği inancıyla etrafa belli etmeksizin düzeltilmesini, öndekinin topuğuna basmadan cenaze merasimi adımlarıyla içerideki seyircinin biran evvel boşaltılabilmesi için iki kanadı birden açılarak daha çok hangar kapısına dönüşmüş çıkışa doğru ağır ağır, ayakları sürüye sürüye ilerlenmesini, uykuya dalmış küçük çocukların analarının omuzlarına yaslanmış huzurlu başlarını, üzerlerine örtülmüş hırkaların altından hissedilen yalpalayan adımların tatlı sarsıntısını, gözleri mahmurlaşmış da olsa hala uyanık kalmış daha büyük yaştaki çocukların filmin dialog ya da monologlarını taklitle, gözlerini aça aça, heyecanla ya da korkuyla yinelemelerini, evlere yürüyerek dönmelerini,... şilep dekorlu mekanı gönüllü dolduran yolcularla aynı tadı alamamalarını sinemadan yirmi otuz metre uzakta kalmalarına bağlarlardı, karşı komşunun yaşamını pencereden izlemenin anlamsızlığında. Ancak aynı tadın alınamamasına neden olan sebep, içini görebildikleri bahçeyle aralarının bunca yakınlığına rağmen, seyircilerin topluca geçirdikleri o gecede neredeyse elle tutulur kadar somutlaşmış ruhun, kendini saran tahta korkulukların dışına taşamamazlığıydı; tatsız tuzsuz bedavacılık bir yana, haftanın bir kaç gecesi sinema balkon komşuluğundan sıyrılıp güle oynaya biletli seyirciliğe soyunduklarına bakıldığında.
Şimdi; gece gece solunan bir nefeslik taze havanın onu nerelere alıp götürdüğüne bakarak, yeniden ciğerlerine doldurmak istediği soluğu düşündü, inandırıcılığını yitirmiş dünlerin düş olduğu bir zaman yolculuğuna bir daha çıkıp çıkamayacağının tedirginliğinde. Ahşap pervazlardan içeriye girmeyi düşleyen zemheriye bir o kadar inat, ılık bir yaz gecesinin meltemiyle.


Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Doğa İçin Çal 8

39 Müzisyen - 17 Ülke - 28 Şehir
Herkese Merhaba!
2009 Yılında Divane Aşık Gibi yola çıktık ve Doğa İçin Çal 8 ile yolculuğumuza devam ediyoruz.
Doğa İçin Çal 8 projesinin yapımında 17 Ülke dolaştık ve
toplamda 20.000 km den fazla yol katettik.
 
Bu projeye Türkiye'den ve Dünyadan 39 müzisyen gönüllü olarak destek verdi. Hepsine desteklerinden dolayı çok çok çok teşekkür ederiz.
 
Tekrar sizlerle buluşmanın heyecanı içerisindeyiz!
Doğadan çaldığın yeter Doğa İçin Çal!

Sevgilerimle...

ahb


not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.