5 Mart 2013 Salı

Diren Ünzile, Diren; Gücün yettiğince

.......
Daha çok, akşama teneke davullu, yırtık sesli mahalle güzelinin eğlendireceği düğün salonunda, gece için grafon kağıdından şeytan merdivenlerini nereye asacaklarını gösteren sünnet sahipleri gibiydiler, garsonla onun kolları ısrarla ayrı yönleri gösterirken.
- Bunu bize nasıl yaparsınız, hem de bugün?
- Efendim, kalabalıkmışsınız, onun için özellikle buraya aldık, sizi.
- Biralar sıkıştırınca tuvalete gitmek kolay olsun diye herhalde.
- Tabii.. şey yok, olur mu hiç. Rahat edersiniz diye..
- Çabuk buranın sorumlusunu bul, bana. Böyle rezalet olmaz canım. Daha doğrusu, siz değil biz rezil olduk, paçamıza kadar. Bu kadar adam ayakta hala, halimize bak.

Karşıdan, arkasına salak garsonu takmış, beyaz ceketinin yakasını aşağı doğru çekiştirerek 'asla taviz verilmez' kaşlarıyla yaklaştığında, gözünün önüne zincire bağlayıp, üzerine su döküp, eşek sudan gelesiye döveceğini düşledi, kızgınlıktan ağzına birikmiş tükürüğü büyük lokma gibi yutarken.
- Parayı bol kazanmaya başladınız ya, artık şımarıklığınızdan yanınıza yanaşılmaz. Lokantanız ilk açıldığında sinek avlarken, en büyük desteği verenlerin haline bir bakın ve utanın.
- Sorun nedir?
- Yarım saattir bu kadar insan ayakta bekleşirken, bu lafı kullanmanızın, bizim anlayamadığımız bir anlamı mı var acaba?
- Rezerve edilen masayı beğenmemişsiniz..
- Hayır efendim. Asıl siz, rezerve ettirdiğimiz masaya başka müşterileri almışsınız.
- Yok efendim, rezervasyonunuz bu masa.
- Hayır efendim, telefonda özellikle istedim bu masayı, karşıdan da itiraz gelmedi.
- Kim aldı rezervasyonunuzu?
- Farz edin, Kemal! İsim, bizim durumumuzu değiştirecek mi? Değiştirecekse, bildiğim tüm erkek isimlerini sıralayabilirim.
- Hayır efendim, bilelim kim yaptı bu karışıklığı.
- Gerçek anlamda rezervasyon defteri tutuluyor mu burada? Yoksa, gelişigüzel isimler mi alınıyor?
- Anlayamadığım, bu masayı niçin beğenmediniz. Bizim her masamız ayrı güzeldir. Hem bakın, ne güzel yer..
- Sizin yemeklerinizden kuşkumuz yok. Onun için mutfağı da bu kadar abluka altına almamıza gerek yok. Bırakalım, aşçılar rahat çalışsınlar, bizler ayaklarının altında dolaşmadan.
- Tamam efendim, tamam, bir yanlışlık olmuş. Rezervasyonu alan aptal, size karşı bizi zor duruma soktu. Ben bunun hesabını..
- Hesabı, kitabı bırakın efendim, asıl bize ne çözüm getirebileceksiniz, şimdi  onu düşünün?
- Anlayışla karşılarsınız ki, sizin masaya oturtulmuş müşterileri, kollarından tutup kaldıramayız. Gelin, bu masaya oturun, biz elimizden geleni yapar, açığımızı kapatırız. İdare edin bizi, bugünlük.
- Sizi de mi?
- Anlamadım?
- Yok bir şey. Şu an, kod altı evin penceresinden dışarıyı seyrediyor gibiyim. Yalnız, aman bizim için daha fazla bir şeyler yapmayın da kapıcı dairesinden pencere resmine bakmayalım.
- Gerisini hiç merak etmeyin. Yeter ki, siz idare edin, bizi.
(burada müziği dinlemeye başlayın) 
-Bu bölüm gerçekte yaşanırken tanıklık edilmiştir, okuyucuya abartılı gelse de-
Ortası mutfak çıkışına, sol kolu tuvalet girişine arka vermiş 'U' masaya oturulurken, açlık gözlerden pırıltılar halinde gözüküyordu. Her birinin önündeki tabaklar düzeltilip, bardaklarına sular konurken, yanyana düşenler, iki ayrı kurumun çalışanından çok içki masasında geceyi geçirecek dostlar gibiydiler. İleride görünen, dış kapı girişinden üç kadın göründü, ikisinin kucağında, birinin karnında bebek olan. Kapının açılmasıyla birlikte kadınların doğurganlıklarının üst sınırının üzerindeki sayıda çocuk uğultusu, dağılmış koyun sürüsü halinde lokantanın masalarının aralarından Kızılderililer gibi başlarının yalnız saçları gözükecek şekilde ortalığa yayıldılar. Delinmiş torbasından yayılan misketler gibi zıplayan, sağa sola çarpan çocukların ortasında, üç kadın Amerikan filmlerindeki sürüyü dağıtmadan güden sığır çobanları gibi kimisini yakasından, kimisini saçından yakalayıp ortaya çekiyordu. Serbest kalan her çocuk, yeniden bir delik bulup, başka yöne doğru ne istediğini bilmeden avaz avaz bağırarak koşuyordu.  
- N'oluyonuz lan!

Sert ve tok bu sesle birlikte dağılmış koca daire biçimindeki sürü, çamaşır leğeni genişliğinde kümelendi ortada. Kapıda, kapı gibi, bıyıklı, yakasının üç düğmesi açık, ne için olduğu belli olmasa da yorgun suratlı, bir kaşı kalkık adamın arkasında, saçı dökük, şişman, kısa boylu adam, kemerinden pantolonunu yukarı doğru çekiştiriyordu. Sessizliğe, koca heyet de dahil olup, boyunlarını devekuşu gibi uzatmış, pür dikkat olanları anlamaya çalışıyordu.
- Yürü lan İlyas...

İriyarı adamla şişman kum torbasının arasından bir cüce belirdi, salyalı ağzındaki kapalı dişlerinin arasından, genziyle 'Iıııı...' sesi çıkaran.
- Siz hâlâ bir  yere ilişmediniz mi?
Korkulu bakışlı kız çocuklarının ortalarına büzüştürdükleri kadınlardan, hiç ses gelmedi.
- Şoraya oturun..
- Bir dakika, bir dakika. Orası rezerveli.
diye fırladı, garsonlardan biri, beyaz reisle göz göze bakışırken.
- Biz, yiyip gideceğiz.
- Gördüğünüz bütün müşteriler, aynı şeyi yapıyorlar.
- Yani, içmeyeceğiz.
- Galiba siz içtiğinizde, sabah kahvaltısını yapıp da ayrılıyorsunuz, gittiğiniz yerden.
- Ne geveliyon Koçum? Ağzındaki leblebileri bir kenara bırak da bize oturacak bir yer göster.
- Kaç kişisiniz?

İriyarı adam, vücudunu döndürmeden, başını arkaya doğru çevirdi. Suratı yeniden geri döndüğünde ya saymasını bilmediği için ya da sayılmayacak çokluk olduklarını belirtir gibi,
- Bilumum..

'U' masanın önünde süren belirsizlik, 'bulduğun yerde, başını ezeceksin' kimin söylediği belli olmayan deyişiyle, oldukları yere çöktürdüler tüm kabileyi. Garsonlar, masaya tek tek sandalye sürmeye başladılar. Bakıyorlar masa bitiyor, hemen yan masayı kaldırıp, bitiştiriyorlar, yeniden fırına ekmek sürer gibi sandalye koymaya başlıyorlardı. Sonunda üç masayla işi bitirdiler, çocukları her sandalyeye ikişer ikişer oturtarak. İşgüzar garsonlar, 'U' masayı kare haline getirdiklerini halkanın içinde hapis kaldıklarında anladılar.
- Daha neler, masayı ne hale getirdiniz.
- Aman ne olur idare edin. Aslında beş masalıktı bunlar, hemen yiyip gideceklermiş.
- Ne yani, bütün konuklar yemek boyunca bunları mı seyredecekler?
- Zaten gündüz programımız yok ki!...
- Nasıl servis yapacağınızı bir yana bırakalım, sizler oradan nasıl çıkacaksınız, merak ediyorum.
- Haklısınız, şimdi biraz açarız arayı.
Yeni üremiş fare sürüsü, cıvcıvlamaya çoktan başlamıştı bile.
- İlyas.. oğlum.. Sen niye öyle sıkışmışın orada.. Kalk kız oradan, sen git başka kardeşinin yanına otur.
- Yaa biz hepimiz, üç kişi oturuyoruz. O, iki kişi oturuyor, daha ne?
- Çok konuşma, otur yerine...İlyas...oğlum… rahat mısın?
- Iıııı...
- Eveet, ne yiyonuz?
Civcivlerin hep bir ağızdan çıkan, 'ben,..ben,..' sesleri birbirine karıştı.
- Kesin lan.. İlyas.. oğlum.. Ne yiyecen?
- Iıııı...
- Neler var yiyecek?
- Tüm ızgaralarımız mevcut...
- Döner var mı?
- Yaptırırız efendim.
- İlyas.. oğlum.. döner yen ni?
- Iıııı...
- Şöyle üzeri yoğurtlu... iskender.. hıı?
- Iıııı...
- Köfte...
- Sen birbuçuk iskender yaptır İlyas'a, yoğurtlu.
Yeniden civcivler alevlendi, 'ben de,...ben de..' diye.
- Analarınız, köfte yiyecekmiş, siz de ondan yiyin.
'Ama ben... iskender... sevmem ki... çok severim... yerim... bir... iki...'
- Tamam, tamam. Sen say, kaç bebe varsa o kadar köfte getir, onlara.
- Peki efendim. Salata yaptırayım mı, ortaya?
- İlyas.. oğlum.. salata yen ni?
- Iıııı...
- Yemen ni? O zaman karpuz kestireyim sana haa?
- Iıııı... 
- E İlyas' ım, hiçbir şey yemiyon sen de  ha. Olur mu? Bir şeyler iç bari. Ne içen?
Oturduğundan beri elindeki oyuncak tabancayı kurcalarken adeta kıçı okşanıyormuşçasına salyaları akarak gülen, sorulara vücudunu iki yana bebek uyutur gibi sallayarak meşhur sesi çıkaran küçük prens, geldiklerinden bu yana ilk kez, hışırtılı ve çatlak bir sesle,
- Kola
dedi, sessizliği yırtarcasına. 'Ben de,...biz de,...' sesleri yeniden yankılandı, alçak tavanlı lokantada.
- Susun lan, fırsatçılar. İlle İlyas'ın yediğinden, içtiğinden mi isteyeceksiniz, her seferinde. O kendi buluyor. Siz de bulun. Mesela, o 'kola' deyince siz de 'su' deyin. Sen onlara su getir, analarına da gazoz. Siz de analarınızdan fırt çekersiniz. Ha bir de, İlyas madem çok yemiyor, ona fırında sütlaç getir, iskenderden sonra.
'Ben de,...ben de,...biz de,...' 
- Çok konuşmayın, bu sıcakta tatlı yenmez, kurtlanırsınız. Önünüze konanı yiyin.
Orta şekerli kahveler, sigara dumanlarıyla höpürdetilirken, 'O' masanın ortası çocuk parkına dönmüştü, ebecilikten saklambaça, çinçandan elim elim üstüneye kadar. Bir alay kız çocuğu, tek erkek çocuğun peşindeydi, belki yemediği iskender kebabını 'O yesin' diye bağışlayabilir umuduyla. 
- İlyas, hadi güzelim, dönerini ye. Yemeyecen ni? Hiç mi? Ama yazık, sonra arkandan gelir. Bak ben yerim sonra. Bak yiyiyom..
- Elleşme kız, çekil oğlanın başından. İlyas'ın yemeğine tebelleş olma.
- Yook, yook, ben o yesin diye numara yapıyom.
- Ha.. iyi..
- İlyas, kolanı içecen ni?
- Oğlan yemeyecek herhalde,...
- Yer, yeer. Ye oğlum ye.. İlyas.. oğlum.. yemezsen ama gücün olmaz, hıı? Peki, peki.. paylaştır bebelere, ziyan olmasın.

Balık lokantasının önündeki çöpe, içeriden çıkan artıkları koyan aşçı yamağının etrafına toplanan kedi yavruları gibi aldıkları tattan kuyruklarını sallayarak yediler, üşüştükleri 'İlyas'ın yemediklerine'.
.....
"Sanal Kalemin Gerçek Düşleri" - 2000: "Kıldan Hikaye"den bir pasaj

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder