23 Mayıs 2013 Perşembe

Adam Ustasına Veda...



20 yıl öncesi, içine birlikte sığıştığımız son kare...
Sabah; o günün ışıttığı haberin üzerine ağırlığınca abandığında, yaranın sıcaklığında acı, haykırmaya bile yeltenmemiş, ozanın dediği gibi; üzerinden geçen zaman, sabah be sabah ayrılığı yavaş yavaş ko'masından bir türlü vaz geçmemişti.

Oysa ki öyküler, her ne kadar zamanı hep soldan sağa ya da baştan sona doğru yazsa da acı, ibresini inatla hep sondan başa doğru kendi bildiğince makarasına geriye doğru sarmasını sürdürür.

Hani; son resim, son bakış, son söz, son duruş, gülüştür ya, bellekteki en büyük çözünürlükte yer tutan, aslında “son” diye ayağın takıldığı; bir sonuç değil, öncesinin doğurduğundan ibaret olsa gerek. Ve “son”dan; bir an, bir saniye, bir dakika, bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl,... bir ömür öncesi yaşananlar adına dikilen bir andaca dönüşür, sayfalarının ağır ağır parmaklandığı.

Sonrasında; mırıldanılan bir türkü ya da kalemlenmiş bir kelime ya da cümle, “son”un öncesine dair bir özlemi anmak adına atılmış güçlü bir çığlık olarak yankı bulur.

İnsan kendini, anılarda akıl çanını birlikte çalıp, kulaklara sevginin uğultusunu anaforlarken yakalayıverir.(alt satırı tıklayınız)

Ya da sıcacık bir umut olup, belki de bir sonrakinin temennisi dökülüverir dudaklarından, içten, inanarak.


Ancak sevginin gerekçesi olan anılar, hep çocukturlar. Kim bilir, belki de bundandır; çocukluğun, bunca anının arasında baş tacı edilmesi. Sevginin çocuk masumiyetindeki içtenliği olsa gerek, istendiğinde istendiği kadar bir fesleğencesine okşanıp koklanabilmesi.

İşte böylesi rüzgarların estiği mevsimde geldi, gidişinin hüzünlü, omuz çökerten haberi. O an dile giren kramp, izin dahi vermedi büyük büyük şatafatlı sözleri etmeye. Arayışlar nafileydi, kelimelerin üstü başı hoyratça didik didik aranırken. En yalın söylemle; terk ediverdi mahalleyi de, mahalleliyi de. Bizi, bıraktığı anılarını omuzlayıp taşımaya mahkum etti, hem de müebbeten, şimdilik kalanların onu uğurlayan elleri havada kalmış olsa da.

Bebeliğimde; misket yuvarlayıp, kayısıya daldığım, tepelerden tahta merdivenle 10 çocukla birlikte kaydığım, ilk şarabı, tütünü kaçak tattığım, lik kaydırıp, laklakla bileğimi patlattığım, kelek kavundan fener oyup, bisikletle çiftliğe pedal sardığım,... çocukluk arkadaşım, delikanlılığımın sevdalı hoyrat rüzgarı, gençliğimin can ve siyasi yoldaşı, mahallemin bebesi Serdar ko verip gidiverdi, Güneşin tepelerin ardından batışının umarsızlığında...

Avucumuzun içinde kalan anılarla omuzlarımız çökük, köşedeki duvar üstünde öylece bekliyoruz, neyin bizi karşılayacağını bilememenin çaresizliğinde...
 
Hasret dolu Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder