30 Nisan 2013 Salı

Meçhul Ademler Anıtı

Yılların, gençliği ortayaşın da ilerisine taşıdığı bu günlerde; bir nefes tütün dumanının kıvrımlarındaki vakur dalgalarında yaşananları, aklımdan düşürmeden düşünmeye çabalıyorum. 

Eskiden, birden fazla cana kıyanlar; polisin üstün başarısı nedeniyle değil de, katilin kendi içinde engelleyemediği, gece uykularını karabasana çeviren o “vicdan”ın düşürdüğü azaba tahammül edemeyip, teslim olmaları sayesinde açığa çıkardı. Kısaca; toplum ahlaklı olduğundan, katil de istemeden yaptığı katliamdaki ahlaksızlığın farkındalığını yaşardı kendi içinde. Bunu yapmayan, katil değil de “canavar” olarak namlanmaz, aksine “leke”lenirdi. Çocuklarımızın küçük yaşlardan itibaren öldürmeye özendirildiği, insanın da yaşamının da önemsizleştirilerek, patlamasının umursamazlığında şişirilmiş egoların tatmininin öne çıkartılmasından bu yana, o yoksul ama ahlaklı günleri çocuklarımızın da bir kez daha yaşaması çok istense de, ne yazık ki bu bir hayalden öteye geçememekte. Bu nedenle; o günlerde yaşananlar, tıpkı bir masal gibi bir daha ne kokusunu içine çekilebilecek yüreklerde ne de lezzeti dem tutacak kulaklarda kaldı artık. 

Hoş, yeni neslin o günleri bu günlere tercih etmek gibi bir istekleri de yok, tavuğu yalnızca tabakta gösterdiklerimize folluktan yumurta toplamanın keyfini, köre sütün rengini anlatmak kadar zor olsa gerek, kendi kendine atlayan hem ilerici hem de muhafazakar olarak dayatılan çağımızda. 

Resimde; 1 Mayıs 1977 günü Taksim’de yapılan kutlamalar sırasında, Sular İdaresi'nin çatısındaki bu “Meçhul Ademler”i otuz küsur senedir; ne yakınları, akrabaları ne onları yanında çalıştıranlar ne de ilgi alanına giren savcılar tarafından tanıyan her ne hikmetse bir türlü çıkmadı, son dönemin bunca gizli tanıklarının Mahmutpaşa tezgahlarındaki ucuzluk sepetlerine düşmelerine inat. En önemlisi; bu ülkenin onca üreten, alınteri döken insanının katlinden ötürü kılları bile depreşmedi ki, vicdanları gereksiz azaplara kendini kapıp koyuversin. Ne kimliklerinin belirlenmesi ne de yakalanmaları konusunda; hep yukarılar yerine aşağılara, aydınlıklar yerine karanlıklara baktığımızdan görmedik ya da görmemizi engelleyen renkli tv ekranlarına ya da “havada uçan kuşlara bak”tırıldık. Yani; biz kelebeği Güneş'te aramaktayken, güveler kazak dolabında yünlü giysi bırakmadı. Ya da kör olmasak da karanlıkta göremememizin nedenini, birilerinin “öyle” demesine kanarak hep körlüğümüze yorup durduk, üç kuruşluk menfaatlere karşılık "küçücük işleri amma büyüttünüz haa..."larla geçiştirdik, kimimiz de bu geçiştirmeye bir türlü açılmak istemeyen gözümüzü rahatsız etmemek uğruna kırparak feda ettik. Kısaca; çıkarlarımız söz konusu olunca mütevekkillik haylice işe yaradı.

Resme bakarak, görüntüdekilerin en azından; bir baba, bir koca, bir amca ya da dayı, bir abi ya da kardeş, komşu, mahalleli ya da köylüsü olması kaçınılmaz olsa da; bugüne kadar bir evlat, bir karı, bir torun, bir akraba ahbap ya da hemşehrinin hiç çıkmadığına bakarak; "vicdan, namus, onur, insanlık,..." gibi dillere pelesenk olmuş erdemleri, toplu katliamla linç etmiş güruh haylice genişlemiş olduğunu düşünmenin, anlamsız olmadığı görüşündeyim.

Düşüncem o ki; bu resmin görüntüsünün karaltısını, aynı yere heykel olarak dikilmesi, aynı karanlık yüzlerle, aynı belirsizlikle, aynı namusuzlukla, aynı kalleşlikle. Belki, insan yaşamının ucuzluğuna karşı çıkışın bir utanç abidesi niyetine; taştan yontulmalı, bronzdan dökülmeli, inatla Taksim’deki Sular İdaresi'nin çatısına dikilmeli, “Meçhul Ademler” heykeli. Hazır konu; "Taksim'in neresine ne dikmeli"nin bitmeyen gargarasında boğulurken.

Alınterini, emeği, kardeşliği, dayanışmayı barış rüzgarında göndere çekmek uğruna yitirilenleri, sızısı hala geçememiş duygularla bir kez daha saygı ve sevgiyle anarken, 

1 Mayıs Emeğin, Emekçinin Bayramını 
bir emekli emekçi olarak Kutlarım...
 

Sevgilerimle...
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

28 Nisan 2013 Pazar

Kafa da Paris olursa...


Hani hep hayal edilip durulur ya;
sevgiliyle Paris’te olmak nasıl bir duygudur diye...

Kolay yolunu söylemesi gerekirse,
bu akşam yaptığımız gibi, gidin derim “Cafe de Paris” ye.
Güzel bir özel şarap, iyi bir biftek ve salatayla dinleyin gençliğinizi.

15 yılı aşkın süredir çalıyormuş ya da 
birlikte çalışıyormuş, sahnedeki ben yaşlardaki müzisyen.  
Halen devlet memuru olduğu için ismi verilmekten kaçınılsa da,
siz onu dinlemeyi yine de kaçırmayın derim.
Gitarının teli ve sesinin rengi Bülent Ortaçgil’i çağrıştırsa da,
bir gitardaki 6 telin ayrı ayrı olduğunu ve her birinin sanki 
ayrı bir müzisyen tarafından icra edildiğini sanmamak elde değil.

Yaklaşık 1940 larla başlıyor repertuvarı. 
80 sonrasına geldiğinde bünye kabul etmese de, 
özenle seçilmiş seçkilerle sürüyor. 
Ancak hiçbiri, 
bildiğimiz seslendirme akışında ya da kulak hafızasında değil. 
Hümeyra’nın ezgisinden Aşık Veysel söylüyor, Jose Feliciano dinlercesine.
Ya da Beatles’ın sazından caz yapıp, 
50 lerin Latinini, 
60 ların Rock’n Rollunu, 
70 lerin  kırık melodilerini, 
80 lerin müzikallerini adeta Balad’a çeviriyor. 
Sürekli, masada “Bunu kim söylerdi?” gibisinden ikilemler, 
gecenin peşini bırakmak bilmiyor.

Kısaca, orada olmanın belgelenmesi adına;
kalın kalın hafif küstah ya da 
tam tersine en incesinden kikirik avam kokusunda 
“ha ha ha haaa...” diye haykırmak değilse niyet,
nitelikten dem vururken 
niceliğin akıldan çıkmamasına engel oluşturmuyorsa,
otomatik pilota alınmış hedef sabırsızlığı gidişatı kızıştırmıyorsa,
yanı başında da oturan güzel için 
içten içe pazarlıkla program güdümlenmemişse,...
tüm bunları yaşamanın ancak, bir şans olabileceği kuşkusuz.

Müşterinin azlığına bakarak,
toplumun kasten eritildiğinin gerçeğinin bilinciyle 
endişelenmenin yeniden vurgulanması anlamsız.

Unutulmaması gerekeninse; 
bu ülkede Tonguç olarak hala kalabilmenin bir erdem olduğu,
ülkeye bunu bilmesi unutturulmuş olsa da.

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

18 Nisan 2013 Perşembe

Benzetme (?) Sanatı Ustası - Nef'i

Anlatılan masal değilse,
gerek de kalmıyor “evvel zaman içinde”ye.
 

Tarihin sayfasını açmak yerine,  
bakmalı tarihin ıslak gerçek tenine. 

IV.Murat dönemi, 
aslında o da sevmekte Nef’i yi, 
Sevgisinden kemerle boğduruverir, 
nedense odunlukta şairi.
Gerekçesinin öğrenilebileceği görsel – 4 dakika-

Dönemin Şeyhülislamı’dır Tahir Efendi;  
bildiği bildik, söylediği buyruk.
Nef’i ise, bir dil cambazı. 
Ustalığıyla gördüğünü söylemekte, 
hicvin kıvrandıran tatlı cilvesiyle. 

İlk çarpışma; Şeyhülislam’ın, Nef’i ye “Kâfir” demesiyle ateşlenir. 
Kalem yazmakta, kulak duymakta gecikmez:

Müftü Efendi bize kâfir demiş, 
Tutalım ben O’na diyem müselman,
Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere, 
İkimiz de çıkarız orda yalan. 

(Müftü Efendi bana kâfir demiş, 
ben de ona Müslüman desem, 
kızıl mahşerde 
ikimiz de yalan söylemiş oluruz.)

İlk söz meclisinde mevzu döner dolanır ve  
Nef’i nin meziyetlerinin ardı arkasına sıralanmasına denk geldiğinde,
Şeyhülislam Tahir Efendi tarihi hatasını yapıp, 
“Aman, anmayın şu kelbi” deyiverir. 
Bilindiği üzre; islamda Hanefi, Hambeli ve Şafi mezheplerine göre 
“Kelp” (Köpek) pistir; 
öyle ki, el değdiğinde bile abdest alma zorunluluğu olmasına karşın, 
Maliki’ler için temiz (Tahir) olarak kabul edilir. 
Sözün, bir Maliki olan Nef’i nin kulağına ulaşması gecikmez, 
tıpkı yazdığı gibi.

Bana Tahir Efendi kelp demiş, 
İltifatı bu sözde zâhirdir.
Maliki mezhebim benim zira 
İtikadımca kelp tahirdir.

Günümüz Türkçesiyle:
Tahir Efendi bana köpek demiş,
sağolsun;
ama ben Maliki mezhebindenim,
inancıma göre köpek temizdir anlamını taşısa da,
son satır, Asıl köpek Tahir Efendi’dirşeklinde de okunabilir,
diyor edebiyat eleştirmenleri.

Bir de herkesçe iyi bilinen şu satırlar:

Tûti-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil
mucizeleri dile getiren papağanım, dediklerim boş laftan ibaret değil.
felekle konuşmam, onun kalbi temiz değil.

Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil
kalbi temiz olmayana, gönül ehlidir diyemem.
gönül ehillerinin birbirini bilmemeleri, olacak iş değil.

Yine endîşe bilür kadr-i dür-i güftarım
Rüzgâr ise denî dehr ise sarraf değil
inci kıymetindeki sözümün değerini, bilse bilse düşünce bilir.
devir alçaksa, dünya sarraf değil.


Girdi miftâh-ı der-i genc-i maânî elime
Âleme bezli güher eylesem itlaf değil
anlam hazinesinin kapısının anahtarı geçti elime.
aleme bol bol cevher dağıtsam ziyan değil.

Levh-i Mahfûz-i sühendir dil-i pâk-i Nef'i
Tab-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil
Nef'î nin temiz gönlü, sözün levh-i mahfuzudur.
dostlarınınki gibi, sahaf dükkanı değil.

Levh-i mahfuz: Olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısaca, her şeyin yazılı bulunduğuna inanılan korunmuş levha.

Nef'i


Sevgilerimle... 
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Mahallemin Bebeleri...


Geçen haftasonu Mahallenin 13 ünden; 
9 u ile bizzat canlı canlı, 
1 i le kalben ve ruhen, 
diğer 3 üyle de bir sonrası için temennide bulunup, 
"şimdi uzaklardasın" diye bir türkü tutturarak 
günboyu beraberdik. 

Ömrünüzde belki de hiç tanış olmadığınız, 
ancak anlatılan her masalda yer bulan, 
kendi çağı içinde onlarla birlikte yorulduğum, yoğurulduğum; 

kimiyle bağlama, gitar çalıp müzik yaptığım, 
kimiyle film seyrettiğim, 
kimiyle gramafonda taş plak, pikapta 45lik, 33 lük dinlediğim, 
kimiyle bisiklete binip, 
   pazar fileli gayrı nizami potaya yamalı yamuk futbol topu attığım, 
kimiyle eriğe, çağlaya daldığım, 
kimiyle lik, misket oynayıp kapış yaptığım, 
kimiyle hayal perdesi kurup, 
   oyulmuş kelek kavundan yansıyan mum ışığında karagöz oynattığım, 
kimiyle laklak sallayarak bilek şişirip patenle kafa göz yardığım, 
kimiyle portakal sandığından yaptığımız tornetle dik sokaklardan, 
   gizlice yürüttüğümüz merdivenle karlı yokuşlardan kaydığım, 
kimiyle zar atıp, isteka tutup, "dejenere anti kanlı King" oynadığım, 
kimiyle tütünü, aynı şişenin dibini ağzını silmeden paylaştığım, 
kimiyle kopya çekip okulu astığım, 
kimiyle şimdi yüzü puslu kızlarla kesiştiğim, 
kimiyle arabayı yokuşa sardığım, 
kimiyle film çevirip tiyatro yaptığım, 
   film oynatıp agrandizmanla fotograf tab ettiğim, 
   duvarlara fırça sallayıp siyaset tartıştığım, 
   kaymayan tahta kayaklarla pistleri bozduğum, 
   şişe geçirilmiş etten nevaleyi yakılan ateşe tutup 
      üçgen pirizma kutulu meyve sularını lıkırdattığım, 
   sevdamı, sırlarımı anlattığım, 
   bir söyleyip bin kahkaha attığım, 
   birlikte üşüyüp birlikte terlediğim, 
   birlikte gülüp birlikte göz yaşı döktüğüm, 
   hepsinden önemlisi 
   parolalı islıkla toplanıp köşedeki duvar üzerinde birlikte oturduğum,... 

Kimlikleri doğrudan ilgi alanınıza girmese de, 
"Mahallemin Bebeleri"ni takdimimdir. 

Yalnızca Paylaştım... 

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

2 Nisan 2013 Salı

İşlerin Deliğinden, Yol Geçmez

fotograf: ahb
  
Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir bıngıldağın olmalı;
Kaşıyınca gıdıklanarak katıla katıla gülebileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir kuşun olmalı;
Kafesinin telleri arasından dökülen
Şakıyışındaki ritimde
Yüreğini vurdurabileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir atın olmalı; 
Dörtnala bozkırları teperken
Eyersiz çıplaklığıyla sevişebileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir beyaz gömleğin olmalı;
Yakası fütursuzca son düğmesine kadar açık,
Teninle arasına doldurduğun rüzgarla,
Kamçılayan etek uçlarıyla
Kendini sevdirebileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir çiçeğin olmalı;
O dibine döktüğün suyu emerek,
Sense onu koklayarak tüketebileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir açık penceren olmalı;
Muzur esen yelle uçuşan tül perdesinin
Havalandırdığı eteğinin altından
Yanık tenli,
Kusursuz bacakları görebileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir türkün olmalı;
Üçüncü sınıf şarapla birlikte mezesiz içerken
İçindeki mahzenlerin
Yıllanmışlığını hissederek
Paslanmış dudaklarının arasından
Bir terane tutturabileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir küfrün olmalı;
Sen ağız dolusu savurturken sağa sola,
Sesinin yanıklığıyla
Gönlünün goncalarını açtırabileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir kibritin olmalı;
Islanmış kutudaki çöplerinden
Mutlaka bir tanesini
Kuru kalabildiği için tutuşturabileceğin.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir umudun olmalı;
Açmazlar, çıkmazlar içindeyken bile
Başını yasladığın ananın
İki göğsünün arası gibi
Ondan bir an olsun uzaklaşamayacağın.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir eşek inadın olmalı;
Talihle yaptığın bilek güreşini
Danışıklı döğüşle de olsa kazanacağın.
 


Yolunda gitmeyen işlerin için,
Bir hayalin olmalı;
Yaramaz bir çocuğu
Ham elmayı dalından koparırken
Ensesinden yakalayacağın.
 


ahb
23.5.2002
“yolunu bulmak...”
"Balık tutan Şaşı Kedi Sokağı - Sarı"

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.