Sanırım son 10 sene içinde bir gündü, Devlet Tiyatrosu sanatçısı Murat Atak'ın "Alnında Işık Taşıyanlar" adında bir Sanat söyleşisinde duymuştum ilk kez. Kurtuluş Savaşının en kızgın ve yorulmak bilmez günleri, Yunan'ın topu Polatlı'dan duyulmakta. Ateş aralarında Mustafa Kemal, Karargahında resmi evrak işlerini, talimatları doğrultusunda sürdürmekte. Mermi stokları, sargı bezi, doktor,... imzalayıp bir sonrakini okuyor. Birden gerilmiş yüzü yumuşuyor, gözleri parlıyor ve arkasına gevşeyerek yaslanıyor ve keyifle doğrulup Devlet Konservatuarının kuruluş çalışmalarının başlatılması için, önündeki evrakı imzalayıp onay veriyor. Murat Atak sözü şöyle bağlamıştı: ya düşman aynı hızla cepheyi yarıp savaşı kaybetseydik? Bunu hiç düşünmemişti ve savaşırken aslında hep kurulacak yeni Cumhuriyetin temellerini atmaktaydı. Ve yine, "alnında ışık taşıyanlar" sıfatını yurt içinde ilk kez kullanan kişi olduğunu ve sonrasında da sanatçılar için kullanılan deyim haline geldiğini söylemişti. Onun ışığından söylenebilecek şu: "Sanat bir ülkenin gıdasıdır ve bundan tasarruf yapılamaz."
O günden sonra iyi insan, dürüst insan olmak gibi sanatseverin de olamayacağını anladım. Sanat yurdu besleyen olduğuna göre, red etmek her yıl 365 gün Sanat orucu yapmaya benzemekte. Kısaca halkın, toplum olabilmesi için gereken besin. Onsuz yaşamak nefes almamak demek. İnsanın ondan yararlanmama isteği ancak, budalalığı olabilir.
Ya devletin? Devlet, tarih yaşını artırabilmesi, sürdürebilmesi için halkını besleyeceği öncelikli en büyük kaynak. Kısa sürede ve çokça oluşturmanın, stok yapmanın zorluğu karşısında altın kıymetinde. Bir heykeltraşı bu hafta içinde yetiştirme şansı yok ya da bir yazarın yazar olabilmesi için kaç yıl emek harcadığı gün gibi ortada. Kısaca ben yazdımla olmuyor.
Sevgi ise küçük aklıma göre, kaybedilme korkusu yaşandığında telaffuz edilmekte. Anne, baba kaybedilebilir, sevgili terk edebilir. Bu nedenle duygular gitmeden onlara zikredilmeli.
Ama dürüst olmam zaten olmam gereken, beklenen bir durum, bir meziyet değil. Aynısı sanat için de söylenebilir. Ben sanatın her gün nimetlerinden beslenen biri olmam gerekir ki, insan olabileyim hem de, başkaları bana insan desin diye de değil. Ben önce kendimi insandan sayabilmem için. Elim, kolum, gözüm gibi. İnsan hiç gözsever ya da kolsever diye bir meziyeti olur mu? Ama gözümü kollarım; bir şey kaçmasın, bir şey batmasın, görüşsüz kalmayayım diye.
Kısaca ben üzerime düşen kollama, yaşamını sürdürme adına kendi doğrularımla omuz vermeye çabalıyorum, yetişmesi gerekli yeni ustalar eskilerini aratmasınlar diye. Her gün, her fırsatta daldırmalı elleri, avuca doldurabildiği kadarını akla yedirmeli ki; beslensin, ümmetleşme duygusunu köreltip toplum fikrini yeşertsin diye. Sanat; "Temel Gıda"dır ve açlığında yaşamak, yaşatmak önemini yitirerek yerini ölüme terk eder. Kısaca; gerçekte insanlık ölür.
Ve annemin söylemiyle noktalıyorum; "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin"
not: Bu paylaşım kaleme alındığında; henüz darbe teşebbüsünde bulunulmamış, sanatçılar sebepsiz yere tutuklanmamış, eserleri yasaklanmamıştı.
Sevgilerimle...
ahb
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Fotografın tarihine baktım, 13.7.2013. Yer Ankara'nın hayli rağbetli
bir AVM si. O dönemlerde ilgiyi arttırmanın koşuşturmasıyla Volkan Konak
Konseri dışında hiçbirine katılmadığım yığınla etkinlik düzenlemenin
derdindeler. Hemen alt katında da, dışından da girilebilen, fiyatları
gerçekten ucuz bir süpermarket denen yer var ve haftanın 2-3 günü orada
olsam da, bunca yıldır üst katlarındaki pahalı ve lüks mağazaları 10 kere anca görmüşümdür.
Yukarıdaki tarihteymiş anlaşılan oraya yine gitmemiz. Ortalıkta yine
pankartlar, bir sanat etkinliğinden söz etmekte. Havuz ile merdivenler
arasındaki boşluğa bir masa, dört sandalye konmuş. Etkinliğe dair
görüntülerin söyleşileceği yer olsa gerek diye düşündüm, hani yıldızını
parlatmak isteyen boya küpüne düşmüş bir şirinlik muskasının konu
dışında kıkırdayacağı. Ve aniden bu heykeli gördüm daha doğrusu, esen
rüzgardan ve parlayan sıcak güneşten hemen göremedim. Gördüğümü, sıcağın
verdiği bir beyin yumuşamasına yorduysam da, gölgeye denk geldiğimde
aynısı yine ağ tabakamda düz olarak belirince, Refikaya bir teyit
ettirmem gerektiğini anladım. Aha, o da doğruladı. Clint Eastwood
kıvraklığında telefonuma davrandığımı görünce ilk taciz ateşi ondan
geldi; "bulaşmaaa... yürü" Durum anlaşılmıştı, önce Refika engeli
aşılacaktı. Neyse, alacaklarımızı aldık, vereceğimizi verdik, çıkacağız
dönüş yoluna, aklıma geldi birden altuni pelerin. "Hadi çık sen bir iki
kat gez, Mangoya Mungoya bakarsın, benim acil tütütünüm geldi"
dediğimde, Mangonun dar bedenleri bana üstün gelerek önerim o an kabul
gördü. O ardına döndüğünde, ben soluğu çoktan Grek yakışıklısının
yanında almıştım. Çektim silahımı ateş etmeye başlayacağım, hızlı
adımlarla mutad Güvenlikçilerden biri seğirtti yanıma, paytak paytak
koşarak. Endişeli bakışlarıma inat son derece munis yüzüyle; "Efendim,
ikincisini de bağladık, merak etmeyin artık hiç açılmıyor, içiniz rahat
olsun..." dediğinde kaşlarım havada ama, asılmış suratıma bakarak
yavaşça gerime doğru uzaklaştı. Ama terk etmiyor sevdan beni hesabı,
prangalandığımı anladım. Fotograf çekmeye başladığımı anlayınca, nedense
etrafımda telsiz vızıltı sesleri birden arttı gibi geldi. Bu
anlaşılmazlıktan çıkarabildiğim anlaşılabilirlikler özetle; etkinlik
için birileri bir çıplak yakışıklı tarihi erkek heykeli getirip orta
yere koyar. Ancak ensarcılar bu konuda hassaslar, hemen şikayet ederler.
Ve sonunda "ya dekoltesini kapatırsınız ya da bunu buraya koyamazsınız"
salvosu atılmış gözükmekte. "Eee, ellenmemiş çoluğu var, ellenmiş
çocuğu var, kumalı ailesi var di mi bunun? El insaf yani." Kim bulur bu
altuni pelerini bilinmez ama getirip sarmalar. Bu kez de ya göğüsleri ya
da iniş takımları açıkta kalmakta, kalmak bir yana rüzgarın her
esişinde "Ceee" diyen bir çocuk oyununa dönüşmekte. Münafıklığa girecek
ama, işin içinde biraz kumalara karşı bir aşağılık kompleksi taşımışlar
izlenimi verdi zira, göğsünü kapattıkları bir erkekti. İlk kez, haşema
esintili kombin bikinili bir erkek gördüm, heykeli de olsa. Yakınına
gidip pelerinini açıp baktığımda (ki sanırım beni uzaktan seyredenler
çok gülmüş ve aslında niyetimin ne olduğu konusunda hayli çifte bahis
oynamışlardır herhalde. Yaşın verdiği akça pakça, sütlaçlığı da
görüntüye ekleyince "vah amcabey vah, susuz kalmış anlaşılan"a örnek
teşkil etmemem için bir neden de kalmamıştı orta yerde) içten beli ve
etek ucu çengelli iğne ile tutturulmuş, açıkta kalan göğüslerde garip
bir kumaşla kördüğümle bağlanmış. Ancak, rüzgarın yönü önünden
vurduğunda denizden ıslanmış beyaz donuyla çıkanın durumunu aratmakta.
Eee, ona da yapacak bir şey yok. Ya da en fazla itirazcılara, rüzgar
vurmasın diye önüne siper olup ikna etmişlerdir diye düşünüyorum.
Merakımsa, aynı yerde Müjdat Gezen'in Sanat Merkezi var. Eğerki kendi o
gün orada olsaydı, sanırım güvenlikçiler işin içinden bu kadar kolay
sıyrılamazlardı, Usta'nın neler yapabileceğini düşledikçe. Ben sizinle geveze bir anımı paylaştım, içinden çıkarsanacak varsa da, o da Arif'e kalmış.
Sevgilerimle...
ahb
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
"Düşünceler,
insanların dillerine vurur.
Bundandır, ben de her sabah
Güneş doğmadan;
akşamdan kalma bu çarpışmalardan
yerlere saçılmış kelimeleri toplarım.
İşte yazdıklarımın tümü bu..."
VITRIOL
-
VITRIOL: Visita Interiora Terræ Rectificando Invenies Occultum Lapidem
Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli
taşı (fel...