10 Ağustos 2016 Çarşamba

Temel Gıda

Sanırım son 10 sene içinde bir gündü, Devlet Tiyatrosu sanatçısı Murat Atak'ın "Alnında Işık Taşıyanlar" adında bir Sanat söyleşisinde duymuştum ilk kez. Kurtuluş Savaşının en kızgın ve yorulmak bilmez günleri, Yunan'ın topu Polatlı'dan duyulmakta. Ateş aralarında Mustafa Kemal, Karargahında resmi evrak işlerini, talimatları doğrultusunda sürdürmekte. Mermi stokları, sargı bezi, doktor,... imzalayıp bir sonrakini okuyor. Birden gerilmiş yüzü yumuşuyor, gözleri parlıyor ve arkasına gevşeyerek yaslanıyor ve keyifle doğrulup Devlet Konservatuarının kuruluş çalışmalarının başlatılması için, önündeki evrakı imzalayıp onay veriyor. Murat Atak sözü şöyle bağlamıştı: ya düşman aynı hızla cepheyi yarıp savaşı kaybetseydik? Bunu hiç düşünmemişti ve savaşırken aslında hep kurulacak yeni Cumhuriyetin temellerini atmaktaydı. 
Ve yine, "alnında ışık taşıyanlar" sıfatını yurt içinde ilk kez kullanan kişi olduğunu ve sonrasında da sanatçılar için kullanılan deyim haline geldiğini söylemişti. Onun ışığından söylenebilecek şu: 
"Sanat bir ülkenin gıdasıdır ve bundan tasarruf yapılamaz."
O günden sonra iyi insan, dürüst insan olmak gibi sanatseverin de olamayacağını anladım. Sanat yurdu besleyen olduğuna göre, red etmek her yıl 365 gün Sanat orucu yapmaya benzemekte. Kısaca halkın, toplum olabilmesi için gereken besin. Onsuz yaşamak nefes almamak demek. İnsanın ondan yararlanmama isteği ancak, budalalığı olabilir. 
Ya devletin? Devlet, tarih yaşını artırabilmesi, sürdürebilmesi için halkını besleyeceği öncelikli en büyük kaynak. Kısa sürede ve çokça oluşturmanın, stok yapmanın zorluğu karşısında altın kıymetinde. Bir heykeltraşı bu hafta içinde yetiştirme şansı yok ya da bir yazarın yazar olabilmesi için kaç yıl emek harcadığı gün gibi ortada. Kısaca ben yazdımla olmuyor. 
Sevgi ise küçük aklıma göre, kaybedilme korkusu yaşandığında telaffuz edilmekte. Anne, baba kaybedilebilir, sevgili terk edebilir. Bu nedenle duygular gitmeden onlara zikredilmeli. 
Ama dürüst olmam zaten olmam gereken, beklenen bir durum, bir meziyet değil. Aynısı sanat için de söylenebilir. Ben sanatın her gün nimetlerinden beslenen biri olmam gerekir ki, insan olabileyim hem de, başkaları bana insan desin diye de değil. Ben önce kendimi insandan sayabilmem için. Elim, kolum, gözüm gibi. İnsan hiç gözsever ya da kolsever diye bir meziyeti olur mu? Ama gözümü kollarım; bir şey kaçmasın, bir şey batmasın, görüşsüz kalmayayım diye. 
Kısaca ben üzerime düşen kollama, yaşamını sürdürme adına kendi doğrularımla omuz vermeye çabalıyorum, yetişmesi gerekli yeni ustalar eskilerini aratmasınlar diye. Her gün, her fırsatta daldırmalı elleri, avuca doldurabildiği kadarını akla yedirmeli ki; beslensin, ümmetleşme duygusunu köreltip toplum fikrini yeşertsin diye. 

Sanat; "Temel Gıda"dır ve açlığında yaşamak, yaşatmak önemini yitirerek yerini ölüme terk eder. Kısaca; gerçekte insanlık ölür.


Ve annemin söylemiyle noktalıyorum; "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin"

not: Bu paylaşım kaleme alındığında; henüz darbe teşebbüsünde bulunulmamış, sanatçılar sebepsiz yere tutuklanmamış, eserleri yasaklanmamıştı.

Sevgilerimle... 
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder