4 Ağustos 2009 Salı

"Şarabi Eşkıyalar" Düğünde...

Geçtiğimiz pazar akşamı; ayakta, soldan 3. ile sağdan 6.nın kızlarını evlendiriverdiler,
O Şarabi Eşkıyalar...
Onlar kerevete çıkarken,
gökten başıma düşmesini beklediğim elmanın,
mevsiminin geçtiğini hatırladığımdan bana da,
5 Ocak 2008 tarihli yazımı "Şarabi Eşkıyalar"la bir kez daha paylaşması düştü.


Sanırım yıllardan ya 1975 in son ya da 1976 nın ilk ayları. Fakülte olarak henüz diskotek haline gelmemiş Çankaya Sineması’nın önünde, uzun kuyruklar yaratmış bir filme girmenin garip bir sevinci sarmış hepimizi. Zira vizyona çıkalı bir kaç hafta olmasına rağmen hala biletler yok satıyor, kapıönü karaborsacıları koşturmaktan kan ter içindeler. Örgütlenmeyi ustaca kullanan bir nesil olarak seanslara kârsız, avantasız toplu bilet alarak izleme şansımızı kendimiz yaratıyoruz. Filmin adı ise “Arkadaş”...
Yılmaz Güney’in hepimizi peşinden sürüklediği, dürüstlüğün, faziletin, insan olmanın onurunun her ne koşulda olursa olsun benlikten feda ya da feragat edilemeyeceği bir yaşamın çerçevesini çizen bir film.
Çekmek kimin aklına gelmişse, kimin yanında fotograf makinası vardı ise siyah beyaz bir kare kalmış bu günlere. Bakışlar bugünlere haylice uzak. Retinalara düşler bağdaş kurmuş oturuyor. İlkeli birliktelikler, haklı karşı duruş, ...
Henüz,
yaratılmış abuk subuk ünvanıyla Ali Kırca kanaldan kanala geçmiyor,
Altan kardeşlerin biri gerdana diğeri cüzdana bu kadar müptela olmamış,
belki de Barlas’ın bu kadar sulanmadığı bir tarih...
Markasıyla içki içilmediği pantolon giyilmediği,
yalanın bu kadar çabuk söylenmediği, söylenenlerin de bu kadar kolay kabul ettirelemediği, insan onurunun bu kadar fütursuzca çiğnenmediği bir dönemin başlangıcı...
Resimdeki bizlerin, acaba o an “klik” sesini duyduğumuzda içimizde kaynattıklarımız neydi...
Diğerlerini bilemem ama benimkileri çok iyi biliyorum.
Bu akşam o karedeki siyah beyaz “Arkadaş”larımın bir kısmıyla birlikte hem kadehli hem de keyifli bir gece geçirdik.
Küfürün bini bir para. Kimse kimseye ne darılıyor ne alınıyor. Zira biz “Arkadaş”ız.
Geçen yıllar içinde dirsek temasını kaybetmemiş olanlar birbirlerini amiyane tabirle “hiç satmamış”, “yalnız bırakmamış”. Zira biz “Arkadaş”ız.
Hepimiz gereğinde bir yere savrulmuş olsak da mutlaka haber alınmış. Zira biz “Arkadaş”ız.
Kimimiz sarıya al, darıya bal demiş. Olsun, zira biz “Arkadaş”ız.
Cefayı da sefayı da ayrılmadan birlikte tatmaktan mıdır
yoksa izlediğimiz “Arkadaş”tan mıdır orası bilinmez ama...
30 kusur yıl sonrasında
yine aynı sıcaklıktaki “Arkadaş” lardık...
Şimdi gel de Can Baba’yı anma...
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar

Mevsim dönüp de yeniden yeşermeye başlayınca rüzgar
Çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Onlar da olmasalar benim gayri kimim var ?
Can YÜCEL

Sevgilerimle...
ahb

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder