17 Ocak 2010 Pazar

İp koptu... bayır aşağı

Yukarıdaki görüntüleri ustaca birleştirip bize sunan, Dostum DüşHekimi Yalçın Ergir'e Teşekkürlerimle...

Kaç gündür, gazeteler avaz avaz.
Amman ha, bu Cumartesi İstanbul’un hali duman. Dikkat edin.” Son zamanlarda kullanımı sıradanlaşmış “n’ola ki ?” sorusu, kaşlar iki yana kaykılmış, dudaklar ve omuz ona öykünerek;

Avrupa Başkenti oldu ya !”
Hani, Türkiye’de yapamadık, bari Avrupa’da olsun niyetine mi ?”
Yok canım ciddi kuruluşlar...”
Avrupa Parlementosu da çok ciddi, IMF de...”
Yok onlar gibi değil...”
Daha çok hangisine benziyor dersin.”
Ammaan ne bileyim canım...”
Hani, İ.Melih Gökçek’in aldığı ödül ya da verdiklerini iddia edenlerle akrabalık ya da kan bağları yoktur inşallah.”
Dedim ya, ne bileyim işte. Otur seyret. Beğenmediysen gaz odana dön.”

Bu yılki Eurovizyon Şarkı Yarışmasına seçtikleri müzik topluluğundan söz almışlar; “Galayı İstanbul’un Fethinde isteriz.” diye. Müteşebbis ruha sahip çocuklar bunlar. Dururlar mı hiç, yapıştırmışlar şartnamesiz ihaleyi; “29 Mayıs değil mi ?”

Hayret bir kaç gündür İstanbul’da ne “odamı beğenmedim” eylemleri, ne atılan kokteyller, ne yanan arabalar,... Doğudan hiç çatışma haberleri de gelmiyor. Biraz daha geçse üzerinden, “Acaba Irak’tan çekilecek ABD ordusu yerine, yanılıp bizim ordu mu kışlasına döndü ?” diyeceğim ama dilim varmıyor. Hani canım, ortalıkta eksiksiz tüm tv kanallarını zapt etmiş bunca ekran Cem Yılmaz’ları, gazete Barlas'ları günlerdir bize demokrasiyi öyle şerbetlediler ki, ordu da goygoya gelip “Sakatlık bizde her hal ?” diyerek aklı karıştı. Esas, iş bitiminde bunca Filozof, Felsefeci, Düşünür nasıl aklanacak bilemem... Belki de partiye onları alarak aklaştırırlar.

İçeriki odadan “dütdürü dünya” kıvamında kutlama seslerine ayaklanıp, karşısına kurulmuşlara sorma gafletine düşerek;

Tekel işçilerine haklarını mı vermişler ?”
Yooo!...”
O zaman memur ve emekliler verilen maaş zamlarını kutluyor ?”
Yoo!...”
Protesto olsa, yapılan zamlar için diyeceğim. Pekiii; ya Mahkeme Başkanı’na ya da Savcısına ya da eski YÖK Başkanı’na ya da Deniz Feneri’ne soruşturma izni çıktı ?”
Zorlama kendini, İstanbul’u Avrupa Başkenti yaptıkları için.”
Zamanında AB’ye girdik diye de yapmışlardı ama bu ondan daha görkemli. Allah Allah ?”

Bunlar, insanoğlunun yaşarken aymadan, kayarak içine düştüğü dehliz kıvamındaki uçuşan düşünceler. Bunları bir sıraya koyabilsem... ah bir sınıflayabilsem...

Okuduklarımdan hatırladığım o ki; Cumhuriyet, daha doğrusu Kurtuluş Savaşı öncesinde Başkent İstanbul idi ve yeni kurulan ülkenin Başkentinin değiştirilmesi hazımsızlık belirtileriyle doluydu. Eh ne olsa Sadabat da Safahat da Saray da Şehri İstanbul’un bağrındaydı. İskeleye attın mı palamarı, istediğin gibi, istediğin kadar kullan, nasılsa Topkapı sağır, zaten Haremağası da hadım. Bir çocuk “Anne” diye seslendi mi 40 kadın baş uzatmakta oda kapılarından; “söyle Veliahtım” diye. Kim demiş Avrupa görmemişiz diye, Harem ağzına kadar dolup taşıyor, Anjeliklerle. Esnetmenin gergin hali; İstanbul işgale uygun. “İstanbul şahane, İstanbul hesna, İstanbul müstesna...”

Kaç gündür, Sevgili Yaşar Sökmensüer yok yere (?) kendini hırpalamakta; “Yav, şehrimi kaybettim, göreniniz, duyanınız varsa haber etsin.” diye şeytana kaptırdığını aramakta, şeytan da, çalıntı mal alıcısı da, satıcısı da elini kolunu sallaya sallaya ortalarda saklanmadan gezinse de. Askerlik yapanlar bilir; Askeriye de hiçbir şey kaybolmaz aslında, yalnızca mevzi değiştirir. O hesap; biz ancak bir Başkent besleyebilecek durumdayız, her ne kadar kendisinden özel ders aldığı için çakacak öğrencinin geçmesi gibi, memleket Arap zenginliğine kavuştukça birileri notumuzla oynayıp “Arsslansınız beee...” demekte ise de. Kısaca; bir Avrupalı Başkente sahip olmak ancak içerideki Başkent’in yok edilmesiyle olanak bulabilecek belleğe sahip. Buradan sesleniyorum Dostum Yaşar, gözümüzün önünden göstere göstere uçurulanlar için boşuna debelenme; Şehrin meydanlarını, tarihini, dokusunu, Cumhuriyet için canını, başını bu yola koyanların yürekli kokusunu "belki kurtarabilirim" diye. Onlar, idama mahkum oldu.

Sıra, “Avrupalının Başkent dediği yere biz niye Başkent demiyoruz. AB ye girmeyi siz istemiyor muydunuz ? Alın size işte fırsat, hem de dik alası” dayat(ıl)masında.

Curcuna beni yıllar öncesine götürdü. Henüz mabadımıza tekme değil de sırtımızın sıvazlanıp sütümüzün sağıldığı çalışma yıllarıydı. Aynı seslerin benzerleri birden çalıştığım binanın önündeki küçük caddede yankılanırken, “N’oluyor ?” diye merak ettiğimde, adını şimdi bile unuttuğum bir köyün "ilçe olması için gelmişler" cevabını almıştım. Yaklaşık on otobüsten çoluklu çocuklu inip, açtıkları bez pankartları sallaya sallaya Meclis’e doğru yürürlerken düşünmeye çalışmıştım; “Niye ?” diye. Orası ilçe olsa ne değişecek ki ? Alt tarafı belediye kurulacak. Nüfusu ne ki, belediye personeli ne olsun. Dediler ki "çocukları iş sahibi olacağından". “Nerede ?” Belediyede. Yahu, bunca insan 10 kişinin karnı doysun diye buraya gelmek için harcadığı parayla zaten karınlarını doyururlardı. O zaman ? Öğrendiğimiz kadarıyla, oranın toprak ağası bu işe göz koymuş. Tüm araziler zaten onun. Dönemin Başbakaniyesi gerçekten ilçe yaptı ve açılış konuşmasında başka bir ilçenin ismiyle selamladı köylüyü, herkes ona gülse de. Eh ne olsa Başbakaniye, çam devirmeyeni yaparlar mı hiç ?

Aynı bakışla, İstanbul’u bilmem ama İstanbullu niye bu kadar sevindi ki ? Anlamış değilim. Keyfi ulaşım zammı için turnikelerden atlayan o, onları copla engellemeye çalışansa belli. Yollar belli, alt yapı, üst yapı, inşaat denilirse zaten hepsi ya Dr.Kimbl ya da elektriksiz, gazsız TOKİ. Yarısının Avrupa anakarasındaki coğrafi yapısını göz ardı edersek, tüm gerekçeler meşum davayı aşamamakta. Hem bu şehir son 4 yılda da yaratılmadı. Ya Avrupalı yeni yeni akıllanıyor ya da biz iyiden iyiye eblehleşiyoruz.

Daha da kısası; hani hep, her ne hikmetse “ay pardon”lu Güneydoğu haritalarına zamanında “olacak iş mi ?” diye gülüp geçmişsek de artık tüylerimiz diken diken beklediğimiz gibi aynı meşreple, “Ay Pardon, İstanbul değil miydi sizin Başkentiniz ?” denilecek günler başlıyor anlaşılan.

Ankara; yağmur sonrası soğuk bir duvara sırtını yaslamış, infaz ediliyor. Ölüm mermileri artık havada... üzerimize doğru geliyor. Yiğit bir gazetecinin haykırışı havanın ayaza dönmüş nemini kesiyor; “Dikkaaat, Ateş ediyorlar”. Vurulanın Ankara olduğu ne kadar görmemezliğe gelinirse gelinsin, göze batıyor... Adeta kör edercesine.

Öyle denmese de kulaklarım öyle duyuyor;
Padişahımız öldü... Yaşasın yeni Padişah... Yaşasın yeni Başkent İstanbul

Sevgilerimle...

ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşabilir, YAHOO360 ARSIVI bölümünden yayınlanmış eski günceleri okuyabilirsiniz.

1 yorum:

  1. Artık o hale geldik ki "kaptı kaçtı", "aldı götürdü", "sürmeyi gözünden aldı da duymadı" türünden... şimdi meraktan çatlayacağım. Malüm Ankara ödüllerini de aynı yöntemlerle almasına aldı da... "bizim cambaz" mı yoksa ödül pazarlayan "Avrupalı cambazlar" mı daha çok halledecek bizi

    YanıtlaSil