22 Ocak 2010 Cuma

Üfürükçünün Söndüremediği MUM




Müzik: "Bir Karanlık Bir Aydınlık" Brilliant Dadashova - Zülfü Livaneli

Hadi gelin, bugün yarın için bir hayal kuralım... ya da bir hayale dalalım... kesinlikle düşün ötesine geçemeyeceğini adımız kadar bile bile...
Hani yıllardan 1993 olsun, aylardan Ocak belki 23 ü belki de 24 ü. Gün ışığına henüz bugünkü gibi çıkamamış, yeraltında karanlık yığınağı yapan tarikatlar keyfe keder delillerin 1 saat içinde süpürülmesinden görevlilerin çişinin gelmesine, timsah gözyaşı imalatı yapacak resmi, gayriresmilerin litrelerce su içmesine kadar, koskoca bir senaryoyu tek çekimlik sahneye konulmasından vazgeçmiş olsalardı... Sanırım düş diyerek kantarın topuzunu fazlaca kaçırdım galiba. Bir kemancı bile bir konserde çalmaktan vazgeçse, konçertonun tümü hiç iptal edilebilir mi ? Benimkisi de laf.
Peki peki, plastik bombasının naylonu fasonmuş, patlamamış, tıslamış. Yahu, bu adamlar arka sokağın gariban kasa hırsızları mı ki barutları nemden patlamasın.
Anlayın işte bu işlerden hiç anlamadığımı, karanlığa merak salmadığımdan.

Bir nedenle Sevgili Uğur Mumcu ağır yaralı kurtulup, eskisi kadar olmazsa da üzerinde 24 Ocak’a ait delilleri taşıyarak iyileştiğini. Aslında, mahir kamikazeler çok iyi biliyorlardı ki, üzerindeki yaralardan bile delil elde edip sakallılara, cüppelilere mutlaka ulaşabileceğini. Bu nedenle vücudunu delillere saracak kadar parça parça ederek yok etmeleri. Neyse, bir kere mesela diye başladık. Düş bu, bir gerekçe mutlaka olur, mantıklı açıklaması olmasa da, onu sırf bugün hala yaşatabilmek için. Salt katliam öncesinde biran olsun düşünebilmek adına, 23 ünde kaleme alındı bu düş, 2010 un 24 Ocak'ı bize nelerin getireceğinin belirsizliğinde.

Bir sabah erken, Şeyh Bedrettin Destanı’na öykünürcesine dayandılar kapıya... sabahleyin saat 5 te...
Eskisi gibi öyle “Haydi gidiyoruz” yok artık. Önce Medyatörlere ezdire ezdire görüntü aldırırlar, önceden kutup ayısının çöldeki bedeviyle karşılaşmasındaki tesadüfdeki gibi haberleri hep aynı isimler sayesinde; bedava beslenenler, bedava ısıtılanlar bu kez de bedava bilgilendirilme hizmetinden yararlanırlar, gizli istihbari bilgilerin davaya ilişkin konuşulma yasağının ihlali sayılmamakla birlikte.

Ha sahi, eski bir bilişimci olarak; piyasada bu kadar çok diski deşifre (ne demekse ?) edecek, diskleri kopyalayacak, silinmiş kayıtların fiziksel izlerine düşerek yeniden kurtaracak sayıda bilişimci var mı bu ülkede ?... şüpheliyim. Hani Solitare oynamak dense, bak o zaman ulaşılabilir tahmini sayıya. Emniyetin, MİT in yazılımcı, donanımcı, sistemci sayısı ortadayken, adamın aklına o işin de yine iktidara yakın bir bilgisayar şirketine ihale edildiği geliyor. Hani, bankaları denetlemeye yetkili kılınmış dış kaynaklı danışman(?) firmalar gibi. Sonunda, emeklinin, çalışanın maaşlarının yatması kadar sıradan bir proje; bu firmaların istekleri doğrultusunda iş yaparsa, Ocak ayının maaşını, ancak bir sonraki yılın Ocak ayında alabilirler, özel sektörün dinamizm boyalı reklamlarına inat. Soyulmuş kabuğunun altında bir devlet çarkından daha yoğun bürokrasiye sahip olduğu gerçeği, üzerine etek serip oturularak saklanmak istense de. Bir fatura tahsilatı projesinde yanlızca bir bilgi alanının ilave edilmesi için, icazet imzasının Şirketin en üst makamından alınmasının tek adamcılığı sayesinde, zamanında 1,5 ay beklediğimden, pek bu tür afili özel sektör saç savurtmaları bana nedense hiç inandırıcı gelmez. Zamanında badem bıyıklının birinin öylesine üfürdüğü bir cümleye istinaden, banka 6 aylığına 2 ayrı dış kaynaklı denetim firmasınca sorgulanmış, 6 ay boyunca hizmet karşılığı otomatiğe bağlanmış $ ları hakketme uğruna, TEMA’ya inat bu süre içinde 24 saat binlerce sayfa döküm alınmış, klasörlenmiş. tümünden 3 klasör, 3 klasörden de 5 sayfa sorgulanıp, “Haaa” denip, yeni bir 6 aylık $ nakit akışının devamı için başka bir bahane olabilir mi diye sürekli açık aranmıştı. O dönemin sonunda BDDK nın tüm bankalara uyguladığı bir bildirimi için eldeki bu hazır çıktıların bir kısmını derleyerek karşılamıştık; tüm anlamlı, anlamsız, ucu açık, kimi zaman manidar, evde kalmış gençkız kaprislerinin ağzını kaynağında kapatabilmek uğruna. Biz 150 klasörle gelince, aynı bildirime iki sayfa ile katılan bir başka banka doğaldır, sesli olarak “OHAA” demişti. Yani, bilişim dünyasında olanlar, bu disklere ne yapıldığını ya da didik didik bilgi depolanıyorsa analize yönelik bunlara bir sistematik geliştirebilecek hem donanım hem de yazılım konusunda yerli bilişimcinin varlığı konusunda kafaları karışık. Başlarını belaya sokmalarının müsebbibi ben olmayayım diyorum ama, sanırım bu konuyu en iyi ve en tarafsız açıklama getirebilecek adres Türkiye Bilişim Derneği olsa gerek. Kısaca başımızdan o günlerde geçen; devletin devlete hesabını kestiği bu savurganlığa karşılık, iki dudak arasından üfürülen yasal yaptırım buyrukları itirazsız yerine getirilip, alınan tonlarca dökumana ne birileri baktı, ne de okudu. İncelemek derseniz, Sarıkamış'a bağlı bir köy kadar bilinmez bir uzaklık.

Geri dönelim Sevgili Uğur Mumcu’nun parça parça katledilişine. Ya da kurduğumuz düş gereği katliamdan hasarla kurtuluşuna. Hani bir sabah demiştik ya, hani bilgisayarlarına el konmuştu demiştik ya,... saat 11:00 gibi çuvallar dolusu dosya, kağıt evin banyosunu yenileyen ustaların sürükledikleri seramik curuf gibi taşı babam taşınır. An gelir, biter. Sıra gelir, görevin yerine getirildiğinin şatafatında tutuklunun evden çıkarılışına. Kafasını arabanın kapı üstüne vurup intihar etme girişimini engellemek adına, en işgüzar görevli apartman kapısından araca kadar Mumcu’nun ayakkabısının topuğuna arkadan basa basa bir telaş içinde refakat eder. Hani içeri de intihar etse önemli değil, eğitim pardon soruşturma zayiatı denir geçer diye. Emniyet dışında kimsenin yaklaştırılmadığı bahçeden sivil giyimli insanların bedensel sıkışıklığı içinde, gölgede kalan alttan ittire kaktıra devletin sahte plakalı aracına bindirilir. Sonra ne yolda ne kavşaklarda ne hikmetse; araç, araştırmacı paparazi gazetecileri atlatarak bir türlü görüntülenemez. Soruşturmaya alınmasından soruşturma sonuna kadar, nereden öğrenildiyse Amerikan polisi edasında tüm psikolojik savaşa başlanır. Ama Uğur’un yüzündeki memnuniyet ifadesi bir türlü değişmemekte direnir. Savcıya durum iletilse de bir anlam verilemez.
Hele, bir iki de sağlık muayenesi adı altında oraya buraya götürün, getirin, indirin, bindirin, sarsın, direnci kırılsın.” şark kurnazlığı da fayda etmez. Mumcu;
Ya, yazı çizi derken kendime zaman ayırıp Doktor arkadaşlarıma bir türlü uğrayamamıştım. İyi oldu. Bu da aradan çıktı.” demesi direncini kıracakların direncini kırmaya başlar. Boyun, kadere eğik “E hadi başlayalım” denir. Birinci soru gelir. Uğur hazırdır;
Körün istediği bir göz” diyerek “Eh, tüm yazdıklarımı hazır getirdiniz. Sanırım, onca külfet karşılığında okunmuştur diye tahmin ediyorum. Bu sorunuzun yanıtı; ... başlığının ikinci paragrafında mevcuttur. İfadem olarak kabul edebilirsiniz.” Böyle başlayan sorular arttıkça hepsinin gerek öyküsü gerekse nedenleri, gerekçeleri bir bir adres verilerek yazılı belge halinde sunuldukça sabırlarda taşma belirtileri gözlenir. Bir an gelir, davalı kim davacı kim birbirine karışır artık, çöp ile saman gibi.

Kafasını kaşıyarak ayağa kalkan yetkin, karizmayı çizdirme endişesinde gözlerinin içine bakamadan;
Aslında... biz sizin bilginize başvurmak için buraya getirmiştik. Elimizden geldiğince sizi kendi imkanlarımızca iyi ağırlamaya çalıştık. Yine de eksik kalan yanımız olmuşsa affola...”

Doğrudur, bilgime başvurabilmek için bunca dökümanımı da benimle birlikte getirdiniz ki; eksik, yanlış bilgi vermeyeyim diye. Sevindirici yanı, hiç olmazsa bu sayede ne demek istediğimi zorla da olsa okudunuz. Ama artık okuduğunuz için, bundan sonrasında yapacaklarınız ‘bile bile lades’ olacaktır. Bu nedenle; sizi vicdanınızla başbaşa bırakıyorum. Sahi, tutuklama gerekçeniz önüme gereken imzalar bir türlü tamamlanamadığı için, hala gelemedi ?
Ezik yetkin, masanın üzerinden titrek parmaklarının arasına sıkıştırdığı bir sayfayı uzatır. Mumcu bakar ve tebessüm eder.

Gerekçe: Uğur Mumcu’ya suikast girişiminde bulunmak, planlamak, çete oluşturmak,....”

Düşün sonu...
Günün başı...
Yaşarken yazdıkları, seyretmeye zorlandığımız bugünlerin senaryo metinleridir.

Bir iyi, bİr de kötü saptamam var: İyi olanı; öykünün yarınki bölümleri henüz çekilmemiş olsa da elde hala matbu olarak bulunması, okunmayı beklemesi. Kötü olansa; kahin isabetliliğinde öngörülerin bugüne kadarki kısmının eksiksiz gerçekleştiği ışığında, yarının bugünden çok daha kötü olacağının ipuçları açıkça satır aralarında okunmakta... yarınları yok edecek kadar...

“Huzur içinde yat” diyeceğim ama, sen halimizi görebiliyorsan, biz de seni tanıyorsak... söylediğim temenniden öteye geçemeyecektir. Biliyorsun; annem ve dedemle aranızda 3-5 kabir var. Onları ne zaman ziyarete gitsem, bir bidon su da sana dökme bahanesiyle seninle taşbaşında dertleşiyoruz. Biliyorum, her gelişimde hep şikayetteyim. Belki de senin de içini karartıyorum. Ama ne yapayım Usta, Mustafa Kemal’in aydınlık memleketi karaçarşaf kadar karartılmış, içimiz kararmış, çok mu ?

Saygıyla, Sevgiyle, Hasretle Anarken...

ahmet haluk başaklar

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşabilir, YAHOO360 ARSIVI bölümünden yayınlanmış eski günceleri okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder