5 Şubat 2010 Cuma

Aklın Dayanılmaz Ağırlığı...


35 yıl geçse de üzerinden ne notaları ne de sözleri eskiyememiş "O şarkıyı" bir kez daha dinlemek isterseniz;
Yıllar öncesi DT'nun sahneye koyduğu “Mas Grave’in Dansı” oyununun bitiş sahnesinden söz etmek isterim. Başrollerinde Manga Çavuşunu Semih SERGEN, Onbaşıyı Mazhar ALANSON oynamıştı. Hatırladığım kadarıyla; İngiliz kolonilerinden olan, küçük bir ada ülkesine Batmayan Güneşin Britanya Kraliçesi adına bir manga askerin kıyı kasabasına düzeni yeniden sağlamak adına yaşadıklarını anlatıyordu. Sembolik olarak, kasabada yaşayan Papaz, Belediye Başkanı, öğretmen ve diğerleriyle uzak diyarlardan gelen gemiden bir geceyarısı kıyıya yanaşmadan bir flikayla karaya çıkan, bir o kadar uzak kültürleriyle birbirlerini anlamaya çabalayan 10 askerle aralarında yaşadıklarından ibaret.
Bir süre, askerler kasabada olan biteni anlayabilmek için çekimser kalır. Kasabada kurulmuş engellenemez çark döndükçe, bir avuç egemen sınıfın halka uyguladığı baskıcı haksızlık, yolsuzluk ve soygunu farketmeleri üzerine müdahale gereği duyarlar. Bunun üzerine kasaba egemenleri yumuşama siyasetine büründükçe, silahlı 10 kişilik erk de gevşer. Zira, elde ettikleri haksız kazancı İngilizlere kaptıracaklarını anlayan egemenler, halkı eskisi gibi soysalar da kendi ceplerine girmeyeceğini, hatta büyük ortakla orantısız bir paylaşıma razı olmadıklarından, halkı fitneleyerek bağımsızlık mücadelesi gerekçesinin arkasına sığınarak bir gece yarısı baskın yaparlar. Çavuş ve Onbaşı dışındaki tüm askerler öldürülür. Sonunda da ikisini yargılayarak halka ne kadar demokrat olduklarını kanıtlamak isterler. Hakimi olmasa da aralarından birini seçerek bir ayaküstü mahkemesi kurulur. Ve tabii ki, idama mahkum edilirler.
Çavuş eğitimsiz olsa da geleneksel kültürü barındıran, daha çok vicdanına göre karar alan biri. Onbaşı ise kentte yaşamış ama yoksulluğu nedeniyle şehir nimetlerinden hep kaçak yararlanmış, günümüz deyimiyle tam bir “kopik”.
İkisinin boynunda birer yağlı urganla asılmayı beklemekteler. Onbaşı çözülmüş. Ardı ardına kurtulmanın yöntemlerini hızla aklından sesli olarak geçirmekte, zaman zaman isyan etmekte, zaman zaman egemenlerin gücü karşısında kabullenmeyi, etek öpmeyi bile önermekte iken Çavuş vakur duruşuyla sessizliğini korumakta.
Ve sonunda Onbaşı, Çavuşunun bu ölümü kabullenişine isyan ederek;
Anlamıyor musun, asacaklar bizi, öldürecekler, öleceğiz ?... Sahi sen neden böyle suskunsun, tepkisizsin ? Ne yapıyorsun Allah aşkına ?
Çavuş yavaşça boynunu Onbaşıya çevirerek;
Dua ediyorum... Sen de yap.
Ben ne diyorum, sen ne diyorsun ? Anlamıyor musun, asacaklar bizi, asacaklar.
İyi ya, ben de dua ediyorum.
Ne için ?
Ne demiştin az önce; asacaklar.
Eveeet...
Ben de asmaları için dua ediyorum.
Manyaksın sen !
Esas sen, asmazlarsa kork... Zira, o zaman gerçekten ölürüz.
diyerek perde kapanır.

Tekel işçilerinin buzlar üzerine kurulu naylon çadırlarını geçen gün gezerken bu sahne aklıma geldi. Size, direnen işçilerin ekranlardan taşan kimi düşüncelerini hatırladığım kadarıyla yorumsuz, yorumunuza sunuyorum.

Ben kendimi bildim bileli sağcıydım. Bu direniş, benim aslında solcu olduğumu anlattı. Ben şimdi bir solcuyum.

Aldığım maaş 700 küsur TL. Bugün bana bir şey olup ölsem, aileme 1.700TL civarında maaş bağlayacaklar. Ne acı di mi ? ölüm, dirimden daha kıymetli. Bu nedenle ölmekten de korkmuyorum.

Ben tekel işçisi değilim. Ankara’nın bir gecekondu mahallesinde oturuyorum. Televizyonda gördüklerime yüreğim dayanamadı. Belki bir yardımım olur diye geldim. (70 üstü bir köylü kadın)

Pankart Yazısı:     TEKEL İŞÇİLERİ ÜŞÜMÜYORSA, BİZ DE ÜŞMÜYORUZ
                                                       ODTÜ'LÜ DAĞCILAR

Emeğin Kutsallığına Saygı ve Sevgilerimle...

ahmet haluk başaklar

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder