17 Şubat 2012 Cuma

tiii... mi, tuuu... mu?

Melissa Venema(13) & Andre Rieu - Il Silenzio
Bir trompet sesi ne çağrıştırır? 

Sanırım Günce benim olduğundan ancak kendime ne çağrıştırdığını paylaşabilirim, en azından aynı çağrışıma katılanlar adına. 

Genelde, sıklıkla gidene saygı için iç titretir. Kalanlar içinmiş gibi gözükse de, aslında giden içindir, ölüm içindir, alem değiştirenlerin türküsüdür. Hani ozanın söylemiyle belki de, “bir namazlık saltanat”ın ezgisidir. Yaşamda fırsat bulamamışlara, dört bacaklıya oturamamanın özlemini giderir diyedir belki de. Halbuki o güzelim sütun gibi dikilen dört bacağın üzerindeki maroken yastıklı minder, ne de gıpta ile bakılan yerdir retinalar canlıyken, kim bilir? Dört ahşap oylumlu bacak için, kendi bacaklarını feda eder, akla düşürür, sevenler bile nefs umursanmadan kırılarak dökülür. Gerçekte parçalanan çevre gibi algılansa da, gerçekte benliktir kırılıp dökülen. 

Ömrümce bu haslet nasıl duygu verir bilememiş olsam da, zaman içinde çıkarıldığımda o tahteravana; hiçbir hazza ulaşamadığım gerçeği beni, daha çok kader kısmetten tutturamayıp “fos” yemeye mahkum etmesiyle eş hayal kırıklığına sürüklemişti. Bu nedenledir ki; mutfakta çalışmak benim için dünyanın en zengin tad alma yeri oldu hep. 

Ha, alınan tadı aslında mabadım aldıysa, bunu da ona sormak lazım. Neyseki, o mahalde vuku bulan eylemler bende nedense bir haz taşımadı. Belli olmaz, belki o zevk aldı da bana duyurmaya fırsat bulamadı ya da botokslanmış bölge gibi duyarsız, ifadesiz kaldı. Sonuç; mabad fikrini belli edemeyecek kadar dumura uğramış anlaşılan. 

Ardından hesapların sıfırlanması adına “helalleşilir”, sonradan alacak davaları yıllarca sürmesin diye. Ama ne yazık ki, esas o an başlar hesaplaşmalar içten içe. Ve kırkı çıkmadan bir ses düşüverir orta yere sahipsiz, viranede yetişmiş sevgisizlikte. “La oluum, gitti artık. Kendini üzmeye değmez. Zate bi b.. da değildi...” diyen bir çene, “ kendi gidip adı kalan yadigar”ın mirasından pay alabilme telaşına düşer. Tamah had safhada, tabak yer sofrasında çala kaşık sürer ta ki, terekedeki şile bezinden son mintanını da yer bezi yapana dek. Ama haris duygular, fikirleri mintana sarıp uçurumdan yuvarladığında silineceğini zannetse de, yok etmeye çabaladıkça karşılaşacağının aymazındadır. Halbuki günü geldiğinde, bir namazlık da olsa hem dört bacaklıya oturacak, yetmezmiş gibi dört kolluyla dokuz tahtalık malikanesine eller üzerinde taşınacak. Şaşaya bakar mısın? Hep dediğim gibi; yaşam bakkal hesabına dönmüş, iki kalıp kurtlu peynir, üç sap keçiboynuzunun kılçığında. Gerçekte lazım olan bir kalıp beyaz sabunla bir kova sudur gusülhanede. Ömründe otuz santim zıplamamış biri için ne saltanattır, kim bilir? Benim bilemeyeceğim kesin ama eylemin “rating”i yine de yüksek, hem de “prime time”da. 

İşte tam bu noktada, Dünya’da bırakılmış yaşam seyredilirken çalar o trompet, gidenin gittiği için değil bıraktıklarının yağmasından taşan yaşların yanaktan süzülüşünün akışkanlığını sağlamak adına. Sanırım buna kısaca “Ağıt” deniyor... gidenin yası diye ezberlettirilse de, kalanların perişan hallerinin yarattığı üzüntü olsa gerek. 

Sanırım uzun da olsa meramımı anlatmışımdır diye düşünüyorum, bir trompet sesi kulağımda yankı bulduğunda ne çağrıştırdığına dair. Ve o an çevreme bakınıp yağmacıların biçare çırpınışlarının hüznüne yapıştırıyorum, gördüklerimi duyduklarıma. 

Üzülüyorum... hem de çoook..... tiiiii............... 

Sevgilerimle... 
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder