21 Şubat 2016 Pazar

Kimi çocukların babaları, nedense farklıdır

Konusu; Mexico City'nin gecekondu mahallelerinden birinde erişkin dört çocuğu ile yaşayan dul Jesus Sanchez'in, güç ekonomik koşullar altında verdiği hayat mücadelesi konu edilmekte. Amerikalı antropolog Oscar Lewis'in 1961 yılında yayımladığı roman, 1978 yılında Cesare Zavattini ve yönetmen Hall Bartlett tarafından senaryolaştırılarak film olarak çekildi.  Başlıca rollerini Anthony Quinn, Dolores del Rio, Katy Jurado ve Lupita Ferrer'in paylaştığı filmin müziklerini yapan Chuck Mangione de, bu parçasıyla Grammy Ödülüne layık görülmüştü. 


SANCHES'İN ÇOCUKLARI

Hayalleri ve umutları olmadan bir insan, ölür.
Bedeni hareket etse de, yüreği mezarda yatar.
Toprağı olmayan insan, hayal kuramaz çünkü değildir özgür.
Her insanın doğrulukla yaşayacağı bir yere ihtiyacı olur.

Alın kırıntıları kıtlık çeken askerlerden, Ölmezler.
Tanrı demiş ki; yalnız ekmekle hayatta kalmaz insan.
Alın yiyeceklerini aç çocuklardan, Ağlamazlar.
Yetersizdir yalnızca yiyecekle açlığını gidermek, gözlerin.

Her çocuk, ferdidir insanlık ailesinin.
Meyvesidir, çocuklar insanlığın.
İzin verin, sevgisini hissetsinler tüm insan ırkının.
O kucaklayışın sıcaklığı ve gücüyle onlara dokunun.

Bana sevgi ve anlayış verin ben ilerlerim.
Hayallerim gerçekleşir, büyüdükçe çocuklarım.
Tanrı sizi kutsayacak, çocukların ağlamalarını duyanlar.
Ben Sanchez'in çocuklarını hep duyacağım.

Çeviri: Ekin Özbek


Sevgilerimle... 
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Kendine Usta diyen olursa, bir kez düşün


Biraz evvel
İşgüzarlık yapıp
Mavi gökyüzünün alt ucunu temizlemeye kalkıştım,
Kirlenmiş sandığımdan.

Biraz sert ovmuşum ki;
İnceldiği yerlerinden önce kızardı, sonra morardı
Gün batarken.

Güneşi boyamaya kalkıştım
Gök mavi ten rengine kavuşsun diye.
Daha da beter oldu, ortalık karardı
Neyse ki yıldızlar vardı.

Korkudan denizden su çarptım
Göğün yüzüne bir iki avuç,
İncitmeden.

Oh çok şükür,
Yeniden gökyüzü eskisi kadar maviydi.

Bir daha kirlendi diye ellemek mi ?…
Elleyenin…
                                ahb
                          9.11.2003 
Öğretim cehaleti siler… ya eşekliği ?”
"Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı - Mavi"

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Vardır mutlaka, her mahallede bir Fahriye Abla

Uzun yıllardır Aralık aylarını; kışın yüzü olarak görmemden mi yoksa,
sevdiklerimin sıcak bedenlerini donmuş toprağa teslim etmenin
tedirginliğinden midir bilemedim, 
acemi damatçasına bir türlü adımına ayak uyduramaz oldum.
İşte İhsan Baş ve Hüsnü Çubukçu Ustalarımı 
böylesi yalnızlaşmış günlerde yitirmiştim.
Ortak yanları ise; ikisi de söz Ustalarıydılar ve
dillerindeki söylemleri, bedenlerinden ömürlerince hiç ayrı kalmadılar.
Hiçbir zaman hatırlatmadan, hatırlatılmadan geçirdiler uzun olmayan ömürlerini. Bugünse, onlardan kalanların çıraklığını sürdürmekteyim.

Oğlu Tamer Baş Kardeşimden edindiğim, 
972 yılından kalma bir ses kaydına bir kaç görsel eklemeye gayret ettim. Hepsi bu. Umarım aldığım keyfi, siz de alırsınız.
Saçtıkları ışıkları, aydınlığım olur.

Sevgilerimle... 
ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

6 Ocak 2016 Çarşamba

Üçü bir arada


Dışımızdaki doğrular,
Kimi zaman kimilerince
Bizim evin önünden geçse de,
Niyeti;
Tesadüfen geçerken uğramak mıdır, 
Yoksa, kur yapmak mıdır ?
Belli belirsiz sürtünürken
Bizim çatının kiremitlerine.

Beğenmemezlik olamaz Tanrı misafirini,
Olduğumuzu değil de bulduğumuzu kemirircesine.

Her bavul ticareti yapan doğruda,
Gerçekler kulak kiri karıştırırcasına kurcalanırsa,
Çakalların ağzının suyunu akıtan karacanın
Leşinden dışarı sarkmış karnında kurtlanıp
Naçar kalıverir insan.

O an içindeki payandaları kendinin sökesi gelir,
Yenisi sipariş edilmişcesine bilgelere.
Sığınacak bir liman,
O limanda bir iskele,
O iskelede bir baba
Aranılır tutunmak adına,
Palamarsız, çıpasız biçare.

Birden arka cebe zulalanmış üç bahane
Kurtaracaktır kendini belki de,
Yetmezmişcesine
Haklı bile kılacaktır dönüştüğünde
Postu değiştirilmiş havadan sudan gerekçeye.

                                                                   ahb                                                                        
                                                              8.10.2004                                                                                         “Üç bahaneye bir gerekçe”                                                        
                                                     "Şaşı Kedi Sokağı - Kırmızı"

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz. 

2 Aralık 2015 Çarşamba

Ahraz çenede değil de Akıl da olursa...

Kim söylemiş beni
Süheylâ'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melâhat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

Ya o, Muallâ'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?

Orhan VELİ - Dedikodu

Sevgilerimle... 

ahb 

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

28 Nisan 2015 Salı

Ankara, hep sarı bir sonbahar yaşar...

Bu sabah Kızılay’a sarı yaprak yağdı.

Düşenler boş yere
Kaldırımlarda,
Üzerine düşecek kuş pisliklerini aradı durdu.


Düşenler boş yere
Tek sıra otobüs kuyruklarında
Gazete okuyarak bekleyenleri aramak yerine,
Serseri mayın gibi dolanan ve
Kırk beş dereceden
Zıpkın gibi yanaşacak otobüsün kapısına,
İlk ayakta atlanabilecek
Zulaları seyretti,
Saplarına kadar buruklukla.


Gün boyu Kızılay’a sarı yaprak yağdı durdu.

Düşenler boş yere,
Boğaziçi Pastanesinden
Hınzırca kaçan mahlep kokusunu aradı,
Egzost dumanları arasında.


Düşenler boş yere,
Mesai çıkışı Piknik’te bira içmişlerin,
Goralı’da sosisli yemişlerin,
İçmemiş, yememiş görüntülerini aradı
Savrulurken Ankara’nın hazan rüzgarında.


Öğlen vakti Kızılay’a sarı yaprak yağdı.

İş Bankasının kumbara saatine;
Cumhuriyet’ten miras,
Kapısı hemşire kepli
Ve beyaz badanalı Kızılay binasının
Üzerine düşememenin telaşında.


Akşamüstü en çok
Kumrular’daki çay bahçesinin çakıl taşları yerine,
Beton yığınlarına çarptı sararmış yapraklar.


Bir de ders çalışma bahanesiyle;
Utangaçlığın ağır bastığı
Milli Kütüphanenin pencerelerinden içeri süzülen
Güneş ışınları altında,
Saatler boyu karşılıklı bakışların seviştiği
Sevdadan şehlalaşmış genç gözleri özledi.


Akşam bulvar boyu sarı ışıklar altında
Kızılay’a sarı yaprak yağdı.


Maroken koltuklu, ferforje avizeli, kırmızı halılı Büyük Sinemadan,
Katlanır perdeli Ulus Sinemasından,
Tahta koltuklu Ankara Sinemasından
İtiş kakışsız çıkanların üzerlerine savrulmayı düşledi.


Tek bir trafik polisinin
İki bulvarın kesiştiği kavşağın tam ortasından
Ayrıcalıksız yönettiği kulübenin çatısına,
Konamamanın hüznü kapladı kurumuş damarlarını
Sapına kadar sarı sarı.


Nereye koymuşlardı,
Yaprak, Bade Pastanelerini ?
Nereye koymuşlardı
Bilen var mıydı,
Akvaryumdaki balıklar gibi
Uludağ kebapçısında İskender yiyenleri ?


Gece boyu Kızılay’a sarı yaprak yağdı.

Çıtırdak yaprak uçları çarptı
Oynak kardırım karolarına,
Club M’deki programına yetişmek için
Hızlı adımlarla koşuşturan
Tanju Okan’a rast gelir mi diye.


Kızılay’a sarı yaprak yağıyor inadına, boş yere.

Onları alıp,
Sıcacık avuç içlerinde sevgiyle un ufak edecek,
Ne el kalmış artık
Ne de yürek;
Bedenleri de cepleri gibi boşalmış,
Yapraklardan da kuru Kalabalığa rağmen.


Bu gün Kızılay’ın sonbaharına Sarı yaprak yağdı;
Ağaç dallarından ayrı düşmenin yasının yanında  
Yitirilenlerin garip hüznünde.
ahmet haluk başaklar
13.11.2002
“‘…yüreğe bir yaprak düşmeye görsün…”
Balık Tutan Şaşı Kedi Sokağı – Mavi”

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.