22 Temmuz 2010 Perşembe

Tereke

Cahit Sıtkı Tarancı
Oturmuş televizyonda Selim İleri'nin edebiyat üzerine bir programını izliyorum, konusu "tereke" olan. Yani; bir yazar'ın, bir çizerin ya da bir üretenin bedensel göçünün ardında; yatlar, katlar yerine, gereğinde diş fırçasına sarılmış kağıtlarda kalanlarına bıraktıkları. Gidiş, genelde kapı zilinin çalınması kadar hazırlıksız yakaladığından, gün be gün artan bu "kaşıkçı elması" değerindeki; döküntüler, alel acele karalanmışlar, umulmadık yerlere tıkıştırılmışlar,... bir gün orta yerde kalacağı düşünülmeksizin yayılabilinecek her deliğe tıka basa doldurulur. Adam olanın terekesi, resmiyete kavuşturduklarından daha fazla, yayımlamadıklarından oluşmuş bir hazineye sahiptir. Fikirdir bu engellenemez; yasalara uygun düşmeyenler, özel ya da genel kimliklerle olan yazışmalar, kendi için ürettikleri ya da kendisinin beğenmediği, adaba ya da düstura yer bulmayacağına inandıkları,... yani "hadi ben yazdım, otobüs duraklarına, reklam panolarına hemen haber verin, kampanyayı patlatmanın tam vaktidir... zira vakit nakittir..."le terekesi boş olanlara inat, bilineninden çok bilinmeyenlerinden oluşur tereke.

Ancak; bir bardak çay içebildiğinde, gözlerinin görebildiklerine bir türlü "tereke" demek içinden gelmediğinden; "tereke"yi asıl "tereke" yapan ayrılık saatidir, kimini üç gün sonra kuşkulanmış komşularının, kırarak girdikleri evinin kapısının ardında bulduğunda, kimini karanlıkta düştüğü belediyenin kazdığı çukurda, kimini bir sokağın başında sırtından yediği kurşunun ucunda,... bu tarihi süreç işlemeye başlayacaktır.

Bu konuda; varlığı yaşamın ta kendisi olan Dostum Mehmet Emin Bora Üstadımın, "Zaman Kum Gibidir" başlıklı yazısında her kelimesine kefil olduğum söylediklerine, bir göz atarsak;

...
Belirli aralıklarla da olsa yazılarıma, arşivlenmek üzere bir tarafa biriktirdiğim notlarıma, çektiğim fotoğraflara, kısacası çalışma masama, bir göz atarım.
Benden sonra "kalanlar" bir anlam taşıyacak mı diye!

Çok geniş bir ailem yok.
Sülale geniş, ama parçalanmış kopuk, kopuk...
Yaşanan ve görünen odur ki bu kabilede "ilk avcı" benim.
En azından, şu an için de olsa "son avcı"da...

Dolayısıyla yeterince açıklama getiremediğim, kayda geçmediğim her belge için;
"Rahmetli (!) çok meraklıydı, otu motu (!) toplardı"dan öteye bir şey söylenemeyecek...

Geride kalanlar, bir süre saygıdan ötürü -sandık kalmadığı için- önce bavullanacak, bir kaç sene sonra da ;
"Bu neydi?" sorusu "Ne bileyim ben!" şeklinde cevaplanacağı için, şanslıysa "Seka"ya aksi takdirde "sobaya" gidecektir.

Bu memleketin makus kaderi budur.

Altın, mal mülk bırakırsanız geride kalanlar iyi sahiplenirler.
Veya öyle görünür.
Biri de bir gün, son lirasına kadar yer.
Herkes de kurtulmuş olur.

Yazı ise, yani bir düşünce ürünü ise; kıçını çok sıkarsa bir jenarasyon, aksi takdirde bir kaç yıl içinde yok olur gider.

Kaybolan 3-5 sayfa kağıt gibi görünse de, aslında bir gayeye vakfedilmiş ömürdür.
...

Bu devirde gerçekle bizi bu kadar açıkça yüz yüze getiren Dostuma yüreğine ve ömrüne sağlık diliyorum.

Bir an aklıma, o koskoca büyük kasaba nüfusuna sahip kulelerde "acaba kaç tereke bırakılmış ya da o mahşeri ateş içinde yanmıştır?"ın merakı düştü... güldüm. Dedim ki kendime; "Sen Sivas Madımak Oteli mi sandın, aynı harlı ateşi gördüğünde?"...

En iyisi ben sizi Cahit Sıtkı'nın "tereke" siyle başbaşa bırakayım...

Sevgilerimle
ahb

Ben ölürsem ölürüm bir şey değil;
Ne olursa garip eşyama olur.
Bir hayır sahibi çıkar mı dersin,
Mektuplarımı iade edecek?
Ya kitaplarım, ya şiir defterim?
Yanarım bakkal eline düşerse,
Kim bilir bu döşekte kimler yatar,
Hangi rüyaları örter bu yorgan!
El sırtında böyle zarif duramaz;
Ismarlamadır elbisem, pardesüm;
Her ayağa göre değil kunduram;
Bu kravat ben bağladıkça güzeldir;
Bu şapkayı kimse böyle giyemez.


Cahit Sıtkı Tarancı

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşabilir, YAHOO360 ARSIVI bölümünden yayınlanmış eski günceleri okuyabilirsiniz.

1 yorum:

  1. Figen Apaydın23 Temmuz 2010 14:52

    Evet sevgili Haluk yazdıklarının hepsine katılıyorum ama tek bir farkla.
    Fikirler, düşünceler kağıtlarda ancak belli bir süre saklanabiliyorlardı.
    Artık durum farklı. Teknoloji bu katliamı durdurdu bence.
    Artık yazılabilmiş olanlar istenildiği kadar üstelik fazla da zahmet gerektirmeksizin saklanabilecek ve nesilden nesile aktarılabilecekler.
    Durmak yok düşünmeye ve düşündüklerini yazarak paylaşmaya devam.

    Sevgilerimle.
    Figen Apaydın

    YanıtlaSil