Yaradılışı
anlaşılır kılan, öyküsünün iyi anlatılmasında yatmakta. Evren, Dünya,
Canlı, İnsan basamaklarının beden ölçüleri farklı da olsa ortak yanı,
hepsinin bir yaratılış öyküsüne sahip olması. Ancak; "yaradılış"
kelimesi her niyedir bilinmez, sözünün geçtiği her cümlede hep ilk
yaratılana uygun görülmekte. Oysa, Adem'in yaradılış öyküsünün tüm din
kitaplarındaki açıklanamaz anlatımı göz ardı edilerek, evrimin
deviniminin bir parçası olarak insana yüz dönülürse, her doğum en az
Adem'in mistik kitaplardaki öyküsü kadar muhteşem, akla durgunluk
verecek mükemmelikte olduğu kuşkusuz. Tabii ki bugünlük konuya "insan"
diye başlamamızdan, Evren'de oluşum geçiren her canlı ya da cansız için
kullandığım sıfatlar aynen geçerli.
Halbuki; yaradılışlardaki anlaşılmazlık her ne kadar dinsel açıdan mucizevi hali yüceltilmiş olsa da, bilimsel yönden tüm fen bilim ve dallarına sırtını dayar. Bu kez de sıra, tüm fen bilimleri konusunda anlatılacak ayrıntıyı anlayabilecek kadar bilgi sahibi olmaya gelir. İlgilenip de bilgilenenin ancak kendi öğrenimi -o da varsa-kısmında ukalalık etme hakkına sahip olması, tümünü tartışabilecek insan sayısının nadideliğinden ötürü bir türlü becerilemez. Kısaca, öğrenim görmemiş bir duvar işçisinden; hem biyoloji, hem genetik, hem kimya, hem matematik, hem geometri, hem trigonometri, hem fizik, hem mekanik, hem akışkanlar, hem elektrik, hem elektronik, hem mekatronik, hem tarih, hem coğrafya, hem sosyoloji, hem psikoloji, hem antropoloji,... ve oluşumu sağlayan nice dallar konusunda tümüne hakim ve tartışabilecek düzeyde olma beklentisi bunca düşük bir katsayıya karşılık gelirken, evrim ve evrim kuramlarını anlayıp kabul etmesinin, iyi niyetin ötesine geçemeyeceği bir gerçek olsa gerek. Bu nedenle, sonu gelmeyen öykünün algı sınırını göğüslemesinden sonrası için, en kısa öykü olarak "Tanrı yarattı" diye verilmesi, bence en uygun düşen yöntem.
Halbuki; yaradılışlardaki anlaşılmazlık her ne kadar dinsel açıdan mucizevi hali yüceltilmiş olsa da, bilimsel yönden tüm fen bilim ve dallarına sırtını dayar. Bu kez de sıra, tüm fen bilimleri konusunda anlatılacak ayrıntıyı anlayabilecek kadar bilgi sahibi olmaya gelir. İlgilenip de bilgilenenin ancak kendi öğrenimi -o da varsa-kısmında ukalalık etme hakkına sahip olması, tümünü tartışabilecek insan sayısının nadideliğinden ötürü bir türlü becerilemez. Kısaca, öğrenim görmemiş bir duvar işçisinden; hem biyoloji, hem genetik, hem kimya, hem matematik, hem geometri, hem trigonometri, hem fizik, hem mekanik, hem akışkanlar, hem elektrik, hem elektronik, hem mekatronik, hem tarih, hem coğrafya, hem sosyoloji, hem psikoloji, hem antropoloji,... ve oluşumu sağlayan nice dallar konusunda tümüne hakim ve tartışabilecek düzeyde olma beklentisi bunca düşük bir katsayıya karşılık gelirken, evrim ve evrim kuramlarını anlayıp kabul etmesinin, iyi niyetin ötesine geçemeyeceği bir gerçek olsa gerek. Bu nedenle, sonu gelmeyen öykünün algı sınırını göğüslemesinden sonrası için, en kısa öykü olarak "Tanrı yarattı" diye verilmesi, bence en uygun düşen yöntem.
Hangi bilim olursa olsun, hal dönüp dolaşıp yine öyküye ya da temelini oluşturan; dil, cümle, söz, sözcüklere gelip dayanmakta. Açıklanamamış bir problem,
anlatılamamış bir deney, tanımı yanlış anlaşılmış bir kavram bunun gibi
yetersizlikler, sonucun burnunu aksi yöne çevirmesi kaçınılmaz.
İşte
böylesi bir niyetle, insanın yaradılışının öykü iskeletini oluşturan dört
temel kelimenin; sözlük değil de, gerçek anlamlarından yola çıkarak
yaptığım sosyal bir atölye çalışması, bugün sizinle paylaştığım.
Niyet: Belki de en kolay teşne olunan ve iradesizliğin, sebata inat sabırsızlığın had safhaya eriştiği aceleci icraatın,
akıldaki yansıması olsa gerek ki; icraat, toplum önünde "3" diye hedef
belirlemeyi aşamadığından, namütenasip sınıfına girmekte ve ben de buna
ayak uydurarak, icraat kelimesinin eylemselliğinden vazcayıp
söylemselliğiyle
yetiniyorum.
İcraat: Ancak her niyet, kuluçka dönemi ile örtüşemediğinden, sonuç alınması yalnızca tadı damakta kalmış tozlu bir anı olarak
kalır ya da niyet akla hiç gelmemişken, ansızın yakalanıldığında, dünden niyetliymişcesine toz kondurulmaz.
Hamilelik: Her ne kadar gebenin beklediği bebek zannedilse de; aslında günlerdir, gelecektir neler getireceğinin belirsizliğinde.
Doğum:
Tarafların ilk karşılaşmasıdır, her seferinde bu buluşma aşk
doğurmayıp, işçi-işverenin aralarındaki symbiosis yaşam ilişkisinde
sürse de.
Buraya
kadar, her dişi cinsiyetin taşıdığı güdülerin yol haritasıdır; anatomik
yapıları el verse, erkekte de olsa aynı duyguların taşınacağı,
eylemlerin yaşanacağı kuşkusuz. Ve Annelik bir meslek olarak kabul
edilirse, başlangıç tarihi doğumun bitimiyle başlar ya
da o tarih geçse de mesleki ilgi, bilgi, beceri eksikliği ile anneliğe
ulaşılması her sabah ertesi sabahtan medet umar, katlanarak artan,
altından kalkılamaz borçlar gibi karabasana dönüşür. Bu ise; süreç
içinde umursamazlık, aldırmazlık olarak vücut bulur ya da vücudun
bulabildiği ancak budur. Sonuçta doğurulan büyütülür, doğan da büyür.
Bir canlının büyümesi; temsil ettiği sınıfın yüz karası da olabilir,
alnının akı da. Canlılar içinde insanın taşıdığı vasıflar göz önüne
alındığında, büyütme kifayeti değil, olsa olsa keyfiyeti temsil eder.
Ama farkına varılan o ki; annelik doğumun bitiminde başlar ve
öncesindeki etapların (niyet, icraat, hamilelik, doğum) koşullarına tabi
değildir, her ne kadar taassup ile "çocuğu olan kadına anne denir"
tanımı şarkın tesettüründe "çocuk doğurmuş kadına anne denir" diye
tornistan edilmiş ise
de.
Biz
büyüyecek çocuğa geri dönersek; önüne yiyecek konmuş her canlının
biyolojik gelişimi sürecinde, bir bebeğin de büyümesi, hayret edilesi
bir durum değil. Zira, büyümekle insanlaşmadığı, sürecin büyütmek yerine
yetiştirmekle mümkün olduğu ise, duru bir su kadar görünür gerçek.
Kısaca, yetiştirmenin; 5 duyunun zeka kulanılmadan eşgüdümünü akılla
sevk ve idare etme becerisinin kazandırılması ya da yaşarken her an,
hayvansal güdülerle yönlenmek yerine, aklı kullanmayı alışkanlık haline
getirmek olduğu gözükmekte. Hatta, beynin fizyolojik ve anatomik
sırlarının çözülmesi yakın geçmişe denk geldiğinden, aksine aklın yürekte
olduğu varsayılmış tarih boyu. Ve bu nedenle de, aklın hep sevgiden
geçtiği kabul görmüş, kendi çağlarının insan olarak gelişmiş
toplumlarında.
Tüm
bu içsel sorulara bulunan yanıtlarla, sonunda kala kala Annelik; "bir
bebekten adam yaratan kişidir" sonucuna gelmemek elde değil. (Takiyeye
yol açmamak adına; tanımda "adam" diyerek kast edilen, erdemli, onurlu,
donanımlı insandır, cinsiyeti değil) Kısaca; her Annelik yapanın mutlaka
Anne olmadığı gibi, her Annenin de Annelik yapması söz konusu değil.
Üçüncü boyut katılmaya kalkışılırsa, Annelik yapmanın cinsiyeti de söz konusu değil, buna açıkça tanıklık yapabilecek; bunca abi, baba, amca, dayı, dede sayısının çokluğunu
göz önüne alarak. Aksi halde, çarpıtılmış hipotezden elde edilecek
kaypak aksiyomun ışıksız kavşağında; annesiz yetişmiş nice değerli
insanın kuşkusuz vasıfsız olacağı sonucuna varılır ki, bu aslını inkar
etmenin ötesine geçemez. Ve çevrede görülen her yetişmiş vasıflı insana, biyolojik Annesi olmasa da, Annelik yapan birisinin varlığına rastlamak bir tesadüf olmasa gerek.
Bu sonucun başka bir ifade edilişi de; "malzemeden kaçınılmadan, üşenmeden, erinmeden, gocunmadan emekle
yoğrulmuş hamurun, kıvamla ve ihtimamla, aceleye getirilmeden demleyerek, akıl, bilgi, sabır ve
sevgiyle pişirilmesi" olsa gerek, çevremizde fizyolojik olarak insan
görünümünde olan kimilerine bakıp aldansak da, aynı familyadan
geldiğimizi inkâra kalkışıp inanamasak da.
Tüm yazdıklarımın ışığında;
Bu masmavi dünyada,
insan yetiştirmiş ya da yetiştirmeyi sürdüren...
annelik mesleğinin kutsal emekçilerinin
insan yetiştirmiş ya da yetiştirmeyi sürdüren...
annelik mesleğinin kutsal emekçilerinin
Annelik Gününü Kutlar;
yüreklerindeki, akıllarını taşıdıkları ellerinden öperim.
Sevgilerimle...
ahb
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder