16 Nisan 2012 Pazartesi

4x100 Bayrak Yarışı 19 Ekim 2008


Hem ilerici hem muhafazakar (tutucu) olmak önemli, hem de çok. Önemin içindeki çelişki aslında bir dışavurum, içinin için için çürümüşlüğüne kefil olurcasına. Bu önemli çelişkinin kuyruğuna takıldığımız saatler, ana kucağından vazcayıp Tonton amcanın kucağına düşmemize denk gelir. Kulaklarda günlerce, hem de Türkçe telaffuz edilmesine rağmen, itiraz çığlıkları nedense destekçi kükremelerine havada selamlayan kavuşturulmuş ellerin avuçları arasında dönüşmüştü. Gerçeğe, üstelik birbirlerine sırtlarını dönmüş bu iki basit Türkçe kelimenin anlamını anlaya anlaya yine de gidip kendimizi yalan rüzgarının kollarına teslim ettik, düştüğümüz durumu Aziz Nesin yıllar öncesi %60 diye tespit etse de. Daha sonrasında ya iyimserliğinin saflık düzeyine eriştiğini öne sürerek adamcağızın verdiği oranın düşüklüğüne kızdık ya da fantezimiz bile aynı rüzgarda savrularak başı döndüğünden olsa gerek, ozanın söylediklerinden tahrik olup, tatmin olmak için linç etmeye, piliç gibi kızartmaya cüret edebilecek kadar cehaletin karanlık düzeyini düzeysizliğe çekiverdik, kavak ağacının arkasına gizlenen filin zekasında. O dönemin zirveye çıkardığı ünlü “...el veriyor, el veriyor, ortadirek bel veriyor...” türküsününden esinlenip, Yaşar Kemal’in adını zikretmeye tenezzül bile etmeden “ortadirek”in kaderini nasıl değiştirmesi gerektiğini, “Benim memurum işini bilir” söylemini “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” şiarının yerine koymanın çabaları başarıya ulaşıyor ve “Hayatta en hakiki Mürşid, İlimdir” mirasını, ilmin kafasına kurşunu, sakalımızın kara telini bile kıpırdatmadan sıkarak mürid olmakla yerine getiriyoruz. Gün oluyor; “Şu an işçi maliyetimiz Uzak Asya’dan daha düşük olduğu için, batılı dostlarımıza çok iş yaptığımızdan ötürü gurur duymalıyız” dediğinde sorgusuz sualsiz açlığı hükme bağlanmış işçilerimizle gurur duyup duruyoruz; hani bir kere aptallaştırıldık ya, hani biz de bu duruma teşne olmamız işimize, çıkarımıza geliyor ya, egolarımız kaşınarak keskinleştirildi ya, eşitliğin aynı birimler arasında geçerli olmasına gerek olmayıp iki muallimin aslında iki bedeviye eşdeğer olduğuna inandırıldık ya, açlığı başına vurmuş olduğunun farkına vararak uyanan ve artık yaşamlarına uyanık tacir solcu olarak ün yapanlarla dört eğilimin birini oluşturduk ya, mahdum şirketleşmesinden damat Jaguar’laşmasına kadar kanatlanmış yelpazenin yellenmesine kapıları açtık ya, altımıza makam Buselik olmasa da müstahdemli müstahkem mevki olarak sürüldü ya...


Sanılmasın ki; hazır kambur Kamber bulundu, “vur sırtına Yaradan’a kurban abalının” niyetine değil virgülle sıralananlar. Zira; ondan yalnızca 100 metre koşması istenmişti; o, bir anda yokluğun varlığa haybeden erişerek Cinderella tadında damağına macun gibi yapışmasına kendini kaptırıp, 400 metre koşmak istese de. Sonuçta, 4 X 100 metre engelsiz bayrak koşu projesinin seçilmişlerinden yalnızca biri idi, üstelik ne ilk ne de son koşucusu. İleriye dönük hülyalarını icraat programlarında “Koy bakalım bir kaset de neşemizi bulalım Semra Hanım” diyerek 180 Km. hızla kullandığı arabasından seslendirdiği ve artık biri dışında tümünün gerçekleşmesine yattığı yerden şahit olması, sanırım ona huzur vermiştir. O son dileğinin de yerine gelmemesi için günlük şehit sayıları karatahtaya tebeşir ile çentiklenerek, şimdilik onun bu hasretine kahramanca direnseler de, selefleri ellerinden gelenleri ardına bırakmadan takiyeyi de takkeyi de göndere çekmenin istikrarının ödüllendirilmesini bekliyorlar, şimdiki nesile o meşhur “80 öncesi” diye anlatılanları, o düşündükleri uğruna yitirilenlerin sayısının ABD destekli darbenin gerekçesini solda sıfır bırakırcasına, canlı canlı tanıklık edercesine.

O, yalnızca teslim aldığını geliştirip ardından gelenlere sadakat içinde aktardı elindekileri, tıpkı her ardılın üzerine bireysel katkılarını koyarak hem proje yöneticilerinin gözdeliğini hasekiliğe çevirmenin, hem de proje sürecini, 1919’u tam bir iç dış yaparak bu günlere alı yeşile boyayarak ulaştırmanın sadakatiyle.

Kısaca; bu günlerde kızdıklarımız nefesleri yettiğince değil, görevleri gereğince yalnızca 100 metre koşacaklar... ellerinde, tüp içine koyulduğundan dışından ne renk olduğu belli olmayan bayraklarıyla...

Ama; onların omuzlara alınıp koşulduğu bilinse de, ip göğüslendikten sonra
Azizim, ama o ne depardı ?” demenin riyakarlığı;
Kral çıplak” denince Çıplak Kral’ın pişkinlikle
Eveet, n’olmuş yani çıplaksam ?” yanıtı karşısında
Haşa... Haşa” dalkavuk ısrarcılığına denk düşmekte.
Manda yuva yapmış söğüt dalına” türküsüyle tek tek elle toplansın kızarmış, sulu genç mandalar söğüt ağaçlarından...

Nasılsa, manda da makbuldür, himaye de, dalalet de, hıyanet de...
İlericinin muhafazakarlığı da makuldür, muhafazakarın ilericiliği de... 

Maksat, Devrimleri sırtından vurmak değil mi kalleşçe;
nasılsa gerisi cüppe himayesindeki güvenceyle
ATM lere yayılmış yeşillikler içinde 
mecrasında yol almakta cennetlik bir cinnetin keyfiyle...

Kalın Sağlıcakla...
ahb

not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder