17 Kasım 2012 Cumartesi

Film Şeridini Döndürmek 1 Kasım 2008

                                                                                            31 Ekim 2008 - Ankara
 Bu yazı; aynı başlıkla, 1 Kasım 2008 tarihinde eski Günce'm yahoo360'da yayımlanmıştır.

İki gün öncesiydi... Lise ve Orta Okul, sınıf, sıra hatta mahalle arkadaşlığı yaptığım, yaptığımdan da "iyi ki" diyebildiklerimden, o yaşların incir çekirdeği sorunlarından duygusal yaşamımıza kadar çocukluğumu yaşadığım Arkadaşım Selçuk Demirel ile yarım gün haset giderme fırsatı ya da şansını yakaladım. Zira; onunla kendimizin yazdığı, yine makyajımızı kendimizin yaptığı tiyatro bile yapmıştık... 15 kişiye oynamış olsak da. Okul dönüş yolunun en ateşli konularının arasında Cüneyt Gökçer'in o yaşlardaki bize görünen azametinin arkasındaki sanatçı kimliği ya da sanat için yaptıklarını konuşmak evi geçmemize bile neden olurdu. Sabahlara kadar çizer, ertesi gün çizgilerinde ne demek istediğini, nasıl anlattığına dair konuşmalar teneffüslere az gelir, sıkı eğitime ders arasında da devam edilirdi. Bu nedenledir ki; bu gün karşılaştığım çizilmiş her hangi bir çizgiye olan bakışım, sıradan insanlardan farklılığını hala korumakta. O yaşlarda hatta daha sonrasında da, bir Dostun bir Dosta verebileceği belki de hayattaki en kıymetli hediyeydi. Üniversite yıllarımızın ortalarında istemeden koptuk birbirimizden. İkinci ağızdan aldığımız haberlere göre; Fransa'ya önce gitti, sonra yerleşti. Sanat dünyasındaki tüm sanatçılarla çalıştı, müzisyeninden sinemacısına, fotografçısından ressamına, yayımcıdan köşeli, köşesiz yazarlarına kadar. Belleklerimizden hala silinememiş simgeler, logolar, afişler, kaset, plak kapakları, tanıtım çizimleri, asıl çizgisi olan karikatüristliğinin yanında hep koşup gitti.

Bu süreçte; onu her gazete manşetinde, her adı zikredildiğinde, başarılarını her okuyuşumda aklıma hep bana bir yaşgünümde yaşattıkları gelir, sanki içimdeki cama sürtünen tırnak sesiyle ruhum taranır, aynı yönde aksın diye. Kısaca; akşam vakti kapı çalınmış, sırtında bir çuvalla karşımda bulmuştum onu. Her zamanki sıcak ve muzip sesinin aksine şiveli olarak;
"Çam sakızı çoban armağanı... buyur... yaşgünün niyetine... Allah kabul etsin... Amin" diyerek yere indirdiği çuvalı merakla, bağlanmış sicimini çözerek açtığımda, 20 litrelik bir yağ tenekesiyle karşılaşmıştım, içi lebaleb gazoz kapağından çocuk patik tekine, küçülmüş kurşunkalemden kırık kalemtıraşa kadar ne arasam var olan. O günlerin sıradan yaşgünü hediyeleri olan, plak, kitap, anahtarlık dışında o kadar hoş gelmişti ki, hangi plağı kim almıştı diye hatırlayamasam da aldığım o teneke yağ kutusu yaşamımdaki belki de en ayrıcalıklı hediye olmuştu. Kim bilir belki de, Arkadaşlığımızın ayrıcalıklığıydı hediyeyi unutulmaz yapan.

Sözün özü; 33 seneden fazla olmuş görmeyeli, 80 li yıllarda akşamın dar bir vakitinde ayak üzeri 5-10 dakikalık muhabbeti saymazsak. Ne mi oldu? Çorabına sıkıştırdığı Birinci sigarasından bir tane alıp kat tuvaletinde içilirken duran anı film şeridi, kaldığı yerden oynamayı sürdürdü. Hani film karesi perde de donup kahverengi bal köpüğü kabarcıklarla dolar ya, hani karanlıkta ıslık çalınır, "Makiniiist" diye bağırılır ya, gürültüler beyaz perdenin yeniden aydınlanmasıyla sessizliğe bürünüp, filmi kaldığı yerden seyre devam edilir ya, filmin koptuğu sinema çıkışında akla bile gelmez ya... işte aynen öyle...

Tıkırtılarla işleyen makineyi, "Pause"dan "Play"e getiren ellere Sevgilerimle...

ahb

 not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

1 yorum:

  1. tesekkurler halukçum
    çocuklugumuz ,geldigimiz yer
    hepimiz oraliyiz ,
    sevgiler
    selçuk

    YanıtlaSil